Şeytan Ruhlu İnsanlar

Şeytan Ruhlu İnsanlar filminde Bayan Delasalle (Véra Clouzot)

Şeytan Ruhlu İnsanlar filmi ile ilgili künye, sinopsis ve değerlendirmeler aşağıdaki gibidir.

Filmin Künyesi:

ŞEYTAN RUHLU İNSANLAR | LES DIABOLIQUES | Yönetmen: Henri-Georges Clouzot / Senarist: Pierre Boileau (Roman), Thomas Narcejac (Roman), Henri-Georges Clouzot, Jérôme Géronimi, René Masson, Frédéric Grendel / Oyuncular: Simone Signoret (Nicole Horner), Véra Clouzot (Christina Delassalle), Paul Meurisse (Michel Delassalle),  Charles Vanel (Alfred Fichet, Komiser), Jean Brochard (Plantiveau, Kapıcı) / Fransa / 1954 / Siyah-Beyaz / 115´

Sinopsis:

Şeytan Ruhlu İnsanlar, kusursuz bir cinayet planı yapan iki kadının hikayesini anlatıyor. Karısına ait olan bir okulun yöneticiliğini yapan Michel Delassalle tam anlamıyla çekilmez bir karakterdir. Karısı da dahil çevresindeki herkese türlü zalimlikler yapan Delassalle’nin okuldaki öğretmenlerden biriyle gizli bir ilişkisi vardır ve sevgilisine de aynı ölçüde kötü davranmaktadır. Bu gizli ilişki açığa çıktığında iki kadın da bu adama karşı duydukları nefret sayesinde ortak bir noktada buluşurlar. Bu huysuz adamdan intikam almaya karar veren iki kadın kusursuz bir cinayet planı yapıp uygularlar. Ancak her şey yolunda gitse de kimsenin anlam veremediği gizemli bir olay meydana gelir ve işler karışır.

Not: Yukarıdaki paragraf Beyazperde sayfasından alınmıştır.

Öylesine

  • Filmi genel anlamda beğendim.
  • Senaryo içerisindeki gizem iyi işlenmiş olsa da bazı noktalarda tutarsızlıklar yer almakta.
  • Çocuk oyuncu Moinet “Denizdeki Ateş | Fire At Sea” (Yönetmen: Gianfranco Rosi) filminde yer alan Samuele karakterini hatırlatır. O filmle ilgili Öylecine Bir Aşk sayfasındaki yazıya buradan erişebilirsiniz.
  • Michel Delassalle karakterini canlandıran Paul Meurisse  görünüş olarak Türk tiyatro/sinema oyuncusu ve seslendirme sanatçısı Saadettin Erbil’i hatırlatır.
    Paul Meurisse - Şeytan Ruhlu İnsanlar filminden bir karede
    Paul Meurisse

    Saadettin Erbil
    Saadettin Erbil

Şeytan Ruhlu İnsanlar Filmi için Öylesine İsim Önerileri 

  • Bulunamadı.

 

Kuzey Garı

Kuzey Garı filminde Mathilde rolünde Nicole Garcia

Kuzey Garı filmi ile ilgili künye, sinopsis ve değerlendirmeler aşağıdaki gibidir.

Filmin Künyesi:

KUZEY GARI | GARE DU NORD | Yönetmen: Claire Simon / Senarist: Claire Simon, Shirel Amitay, Olivier Lorelle / Oyuncular: Nicole Garcia (Mathilde), Reda Kateb (Ismael), François Damiens (Sacha),  Monia Chokri (Joan) / Fransa / 2012 / Renkli / 119´

Sinopsis:

Her gün binlerce hayatın kesiştiği Gare du Nord’da anketör olarak çalışan Ismael’in yolu, üniversitede tarih profesörü olan Matihlde ile kesişiyor ve ikili arasında beklenmedik bir ilişki başlıyor. Paris’in büyüleyici Kuzey Garı’ndan da eşsiz görüntüler içeren filmin başrollerini Nicole Garcia ve Reda Kateb paylaşıyor.

Not: Yukarıdaki paragraf Zorlu PSM sayfasından alınmıştır.

Öylesine

  • Filmi genel anlamda vasat buldum.
  • Oyunculuklar başarılı.
  • Hem kurmaca hem de belgesel şeklindeki tercih pek başarılı olmamış.

Kuzey Garı Filmi için Öylesine İsim Önerileri 

  • “Bekleme Ga(y)rı”
  • “İsmail’in Hayaleti”

 

Sils Maria

image

Filmin Künyesi:

SILS MARIA | CLOUDS OF SILS MARIA | Yönetmen: Olivier Assayas / Oyuncular: Juliette Binoche (Maria Enders), Kristen Stewart (Valentine), Chloe Grace Moretz (Jo-Ann Ellis), Lars Eidinger (Klaus Diesterweg)  / Fransa / 2014 / Renkli / 124´

Sinopsis:

Assayas’nin, Juliette Binoche’un derin ve karmaşık bir karakter yazma meydan okumasına cevap olarak yazdığı filmde, oyuncu Maria Enders’in (Juliette Binoche) hikayesi anlatılıyor. Uluslararası kariyerinin doruğundayken Maria Enders’e kendisini yirmi yıl önce meşhur eden oyunun yeniden gösteriminde oynaması teklif edilir. Ancak bu sefer, daha yaşlı bir karakter olan Helen’ı oynayacaktır. Sigrid (Chloe Grace Moretz) rolünü ise, skandal çıkarmaya eğilimli genç bir yıldız adayı oynayacaktır. Maria kendisini aynanın öbür tarafında, aslında kendisinin rahatsız eden bir yansıması olan çekiciliği de muğlak bir kadınla karşı karşıya bulur.

Artılar

  • Juliette Binoche yine döktüren bir oyunculuk performansı sergilemiş.
  • Genel anlamda filmi başarılı buldum.
  • İsviçre, Alpler, Sils Maria ve Maloja Yılanı harika bir görsel doku armağan ediyor izleyiciye.

Eksiler

  • Valentine’nin bir anda Maria’nın hayatından çıkışını çok keskin buldum.
  • Valentine’nin bir eğlence dönüşü Rock müzik arka planı eşliğinde perişan olduğu sahne ne kadar gerekliydi diye düşündüm.
  • Jo-Ann’in erkek arkadaşı olarak filme dahil olan karakterin filme pek katkı getirmediğini düşünüyorum.

Keşif

  • Filmin diyalogları çok komedi içermese de Juliette Binoche sayesinde bayağı güldüm. Allah razı olsun 🙂
  • Eşsiz doğanın koynunda Maria ve Valentine’nin hem gezip hem de okuma provaları yaptığı sahneler çok güzeldi.
  • Maria ve asistanı Valentine belki de “Maloja Yılanı” oyunundaki Helen ve Sigrid karakterlerine bürünüverdiler gerçek hayatta. İkili arasındaki iş ilişkisi ve okuma provaları sırasında birbirlerini keşfetmeleri de bu duruma katkı sağladı sanki.
  • Filmdeki kimi karakterler bir an hafızamda “Yıldız Haritası” (Yönetmen: David Cronenberg) filmini çağrıştırdı. İki filmdeki karakterler arasında şöyle bir benzerlik kuruverdim.
    Maria ~ Havana
    Valentine ~ Agatha
    Jo-Ann ~ Benjie
  • Maria ve Valentine, Jo-Ann ile buluştukları yemekte kafaları iyice dağıtırlar. Sonra da sarhoş halde araba ile dönmek isterler. Valentine arabayı başka bir araca çarpar. Maria da durur mu yapıştırmış cevabı: Go! Go! Go! 🙂
  • Maria’nın, oyunda Helena’yı canlandırdığı sahnede giydiği kıyafet ve yüzü “Victor Victoria” (Yönetmen: Blake Edwards) filminde oynayan Julie Andrews’i hatırlattı bana.
  • Maria ve Valentine’nin kırda sere serpe uzandıkları sahne güzeldi.

Öylesine

  • “Tirat Atan Kadınlar”
  • “Maloja Yılanı’nı Gördüm”
  • “Sigrid idi Helena idi. Sigrid idi Helena idi. Sigrid idi Helena idi…” 🙂
  • Maria için asistanı Valentine’den bir istek türkü gelsin:
    “Google Google diye nicesini aradım
    Benim sadık yarim asistanımdır”

İkinci Bir Şans

image

Filmin Künyesi:

İKİNCİ BİR ŞANS | A SECOND CHANCE | EN CHANCE TIL | Yönetmen: Susanne Bier / Oyuncular: Nikolaj Coster-Waldau (Andreas), Nikolaj Lie Kaas (Tristan), Ulrich Thomsen (Simon), Thomas Bo Larsen (Klaus), Maria Bonnevie (Anna), May Andersen (Sanne) / Danimarka / 2014 / Renkli / 105´

Sinopsis:

Kıdemli polis memuru Andreas’ın (Nikolaj Coster- Waldau), ilk çocuklarını henüz dünyaya getirmiş güzel eşi Anne’la mutlu bir evliliği vardır. Bir aile içi şiddet vakası nedeniyle uyuşturucu bağımlısı, küfürbaz Tristan ve yeni doğum yapmış kız arkadaşıyla karşılaşan Andreas, kendi yaşamının ne kadar rahat olduğunu fark eder. Ancak, evinde gerçekleşen beklenmedik ve talihsiz bir olay, Andreas’ı sıkıntılı ve çelişkili bir seçim yapmaya zorlayacaktır

Artılar

  • Filmi genel anlamda beğendim.
  • Filmdeki gerilimi ve senaryodaki düğümlenmeleri başarılı buldum.
  • Maria Bonnevie’nin oyunculuğu iyiydi.

Eksiler

  • Tristan ve Sanne’nin, bebeği pislik içerisinde bırakmaları pek anlaşılamıyor. Uyuşturucu kullanmaları belki buna bir neden olarak gösterilmiş ama ben pek ikna olamadım.
  • Filmde müzik kullanımında biraz aşırıya kaçınılmış diye düşündüm.
  • Bebek ağlıyor diye sürekli gece gezdirmek de garip geldi biraz 🙂

Keşif

  • Bebeği kaybetme uğraşları, özellikle de park sahnesi Kemal Sunal’lı “Garip” (Yönetmen: Memduh Ün) filmini hatırlattı bana.
  • Filmde yönetmen gözlere ayrı bir önem vermiş gibi hissettim. Kimi zaman yapılan yakın çekimler ve gözlerdeki o derin bakışlar etkileyici bir şekilde kullanılmış.
  • Filmin sonunda Sanne ile Andreas’ın karşılaşmaları “Pislik” (Yönetmen: Jon S. Baird) filmindeki benzer bir karşılaşmayı hatırlattı bana. Andreas da o filmdeki gibi bir Polis ve pek de hakkaniyetli işler yapmıyor.
  • Filmin karanlık ve kasvetli havasında “Pislikler” (Yönetmen: Claire Denis) filmindeki tadı aldım.

Öylesine

  • “Bir Bebeğin Peşinde”
  • “Anna’nın Seçimi”

Nebraska

image

Filmin Künyesi:

NEBRASKA | Yönetmen: Alexander Payne / Oyuncular: Bruce Dern, Will Forte, Stacy Keach, June Squibb / ABD / 2013 / Siyah-Beyaz / 121´

Sinopsis:
Alexander Payne’nin (Sideways, The Descendants), arkadaşı Bob Nelson’ın senaryosunu yazdığı yeni filmi, harika karakterlerle dolu bir melankolik komedi. Uzun  yıllardır çekilen en iyi siyah-beyaz filmlerden biri olan Nebraska, profesyonel oyuncularla, amator oyuncuları buluşturuyor ve çekildiği mekanların egzotik havasını ve ritmini yansıtıyor. Montana’da yaşayan Woody (Bruce Dern) isimli yaşlı bir alkolik kazandığını zannettiği piyango ödülünü almak için Nebraska’ya gitmek üzere defalarca evden kaçar. Woody’nin ilerleyen bunamasından sıkılan ailesi onu bir bakımevine yerleştirmek konusunu tartışır. Sonunda ona gerçeği anlatmaya çalışmaktan yorulan iki oğlundan biri, Dave (Will Forte) babasını arabasıyla götürmeyi teklif eder. Yolda Woody yaralanır. Baba-oğul, Woody’nin doğduğu ve geçmişiyle yüzleştiği küçük bir Nebraska kasabasında bir süre dinlenmek zorunda kalırlar.

Artılar

  • “Woody” rolünde Bruce Dern’in, “David” rolünde Will Forte’nin ve “Kate” rolünde June Squibb’in oyunculukları çok başarılı.
  • Müzik kullanımı oldukça başarılı.
  • Filmin senaryosu oldukça güçlü. Özellikle mizahi yönü ağır basan diyaloglar ustalıkla yazılmış.

Eksiler

  • Woody’nin Nebraska yolculuğuna çıktığı sırada bir otelde geçirdiği küçük kazanın ardından birdenbire eski kasabasında kalmaya ikna olmasını çok keskin bir geçiş olarak yorumladım.
  • Filmin sonlarına doğru Woody’nin yeni kamyoneti ile eski kasabasının içinden geçtiği ve biraz da hava attığı sahne klasik bir tercih olmuş.

Keşif

  • Woody karakteri biraz bana “Milyarder” (Yönetmen: Kartal Tibet) filmindeki Mesudiyeli Mesut (Şener Şen) karakterini hatırlattı. Gerçi “Milyarder” filminde piyango gerçekten Mesut’a çıkıyordu. Ama iki filmde de yakın çevrenin, eski dostların piyango çıkmış birine gösterdikleri tutumlar hemen hemen ortak gibiydi.
  • Siyah-Beyaz çekilen filmdeki bu renk zıtlığını tasarlanan karakterler (Woody-Kate, David-Ross, David/Ross – Bart/Cole) içerisinde de sanki görebiliyoruz. Bu bakımdan filmdeki renk tercihi bence olumlu olmuş.
  • Filmde birçok komik sahne var ama film sonrasında ilk aklımda kalanlar aşağıdakiler oldu:
                  Oğlu David ile Woody’nin düşürdüğü dişlerini tren raylarında aradığı sahne.
                  Kate’in mezarlıkta ölen kişiler hakkında geçmişten bilgileri/anıları anlattığı sahne.
                  David ve abisi Ross’un yanlış kompresörü çaldıkları sahne.
                  David ile kuzenleri Bart ve Cole arasında geçen yolculuk ne kadar sürdü sahnesi.
                  Woody ve kardeşlerinin hep birlikte TV izledikleri sahne.
                  Woody’nin başını alıp alıp kendini yollara attığı neredeyse her sahne 🙂
                  Woody ve David’in barda ilk defa birbirleri ile sohbet ettikleri sahne.
  • Woody belki gerçekte piyangoyu kazanamıyor ama geçmişine yaptığı yolculuk ile aslında hayatı kazanıyor belki de. Doğup büyüdüğü kasabada rastladığı her kişi onun geçmişinde karanlıkta kalmış bölgelerini birer birer aydınlatıyor.
  • Bu filmdeki ana karakterler arasındaki ilişki hiyerarşileri/baskınlıkları ile “Bir Zamanlar Anadolu’da” (Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan) filminde ana karakterlerin hiyerarşik ilişki yapısı arasında bir benzerlik yakaladım. “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminde bir cesedi arama hikayesi vardı. Bu filmde de çıkmamış olan piyangonun aranmasını bir nevi maddi anlamda ceset araması olarak okuyabiliriz. İki filmdeki ana karakterleri aşağıdaki gibi eşleştirmeye çalıştım.
                      Woody – Zanlı Kenan (Fırat Tanış)
                      Kate – Savcı Nusret (Taner Birsel)
                      Ross – Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan)
                      David – Doktor Cemal (Muhammet Uzuner)

Öylesine

  • “Million Dollar Woody” | “Milyonluk Woody”.
  • “Bir Kamyonetin Peşinde” | “Bir Kompresörün Peşinde” | “Bir Piyangonun Peşinde”.
  • “Bir Zamanlar Nebraska’da”.

Sergi

image

Filmin Künyesi:

SERGİ | EXHIBITION | Yönetmen: Joanna Hogg / Oyuncular: Liam Gillick, Viv Albertine, Tom Hiddleston, Harry Kershaw, Mary Roscoe / İngiltere / 2013 / Renkli / 104´

Sinopsis:
Joanna Hogg (Unrelated, Achipelago) Londra’da çektiği ilk filmi olan bu üçüncü uzun metraj filminde bize oldukça mesafeli ama son derece büyüleyici bir seyir sunuyor. Hikayenin ana kahramanları sanatçı çift D (Turner ödülü adayı ve konsept sanatçısı Liam Gillick) ve H (Tanınmış punk grubu The Slits’in gitaristi Viv Albertine) yaklaşık 20 yıllık ilişkilerinde ve büyük ihtimalle işlerinde belirleyici rol oynayan modern tarzdaki evlerini satmaya hazırlanırlar. Bu ani ve büyük değişiklik endişelerin su yüzüne çıkmasına ve ilişkilerindeki çatlakların büyümesine sebep olur. Rüyalar, hatıralar ve korkular, hepsi evin üzerinde etkilerini bırakmıştır. Evin kendisinin de bir Çin bulmacası gibi keskin köşeleri ve kayan kapıları ile içinde yaşayanlar kadar anlaşılması zor üçüncü bir başrol oyuncusu olduğu sürükleyici ve etkileyici film mimar James Melvin’e ithaf edilen bir kapanışla son buluyor

Artılar

  • “D” rolünde Viv Albertine’nin oyunculuğu başarılı.

Eksiler

  • Filmin senaryosu ve temposu yeterince güçlü değil.

Keşif

  • Film, konusu ve yer yer işleyişi bakımından yakın zaman önce izlediğim “Hayatboyu” (Yönetmen: Aslı Özge) filmine benziyor. “Hayatboyu” çok daha başarılı bir film olmuş bana göre.
  • D’nin  sandalye ile yapmış olduğu performans, “Düttürü Dünya” filminde (Yönetmen: Zeki Ökten) “Pehlivan” lakaplı karakterin (Ayberk Çölok)  pavyonda sandalye ile yaptığı güreş sahnesini anımsattı.
  • Çiftimiz D ve H’nin (Liam Gillick) evlerine veda için düzenlediği partide ev şeklinde yapmış oldukları pastada bahçe dekorunun da düşünülmüş olması hoş bir ayrıntıydı.
  • Film boyunca aslında çiftimiz D ve H’nin yaşamlarından bir sergi izlemiş oluyoruz.
  • Filmin temsil ettiği kadın karakter sürekli bir devimim ve yaratım içinde yer alır iken erkek karakter daha stabil bir duruş sergiliyor.
  • Çiftimizin gerçek hayattan kopmamasını, evlerinin olduğu bölgede devam eden inşaat işleri ve sokaklarda ara ara çalan korna sesleri sağlıyor diye düşündüm.
  • D, yaratıcı işlerini ortaya koyabilmek için önce kendi bedeninde ve ruhunda bir yaratım yapmaya ihtiyaç duyuyor. Bu ihtiyacı ise eşi H ile beraber değil de kendi kendine gideriyor.
  • Çiftin yatak odasındaki uzunca perdeyi bir tiyatro/sinema perdesi olarak hayal ettim. Her sabah uyandıklarında perdeyi açmaları  ile filme/sergiye sanki yeniden başlıyoruz.

Öylesine

  •  “Kırık Bir Hikayenin Aşkı”.
  • Çiftimizin yatak odasındaki perde dikkatimi çekti. Sanki aynı perdeyi “Perde” filminde de (Yönetmen: Jafar Panahi & Kamboziya Partovi) görmüştüm. Perde perdeye benzer tabi ama nedense bu ayrıntı ilgimi çekti.
  • D’nin güvenlik konusundaki aşırı takıntı ve hassasiyeti, İstanbul Film Festivali’nde izlediğim başrolde Harold Lloyd’un oynadığı “Güvenlik Sonra Gelir” filmini (Yönetmen: Fred Newmeyer) aklıma getirdi. D için sanırım “Güvenlik Önce Gelir” desek yanlış olmaz.

Zürafa

image

Filmin Künyesi:

ZÜRAFA GIRAFFADA Yönetmen: Rani Massalha / Oyuncular: Saleh Bakri, Roschdy Zem, Ahmad Bayatra, Mohamad Bakri, Laure de Clermont / Filistin / 2013 / Renkli / 85´

Sinopsis:
Rani Massalha’nın incelikle yönettiği ilk filmi Zürafa, insanın içine işleyen bir dramayı ince bir alay ile anlatıyor. Gerçek bir hayat hikayesinden esinlenen filmin başrollerinde, usta performansıyla bir yıldız gibi parlayan Saleh Bakri (The Band’s Visit, The Time that Remains) ve dikkat çekici oyunculuklarıyla Mohamad Bakri (Laila’s Birthday) ve Roschdy Zem (Days of Glory) yer alıyor. Yacine (Saleh Bakri), Filistin Batı Şeria bölgesinde ayakta kalan tek hayvanat bahçesinde veterinerlik yapmakta ve 10 yaşındaki oğlu Ziad (Ahmad Bayatra) ile yalnız yaşamaktadır. Ziad’ın hayvanat bahçesindeki iki zürafa ile özel bir bağı vardır ve onlarla iletişim kurabilen tek kişidir.

Bölgeye yapılan bir hava saldırısı sonrasında erkek zürafa ölür. Veteriner yeni bir eş bulamazsa, dişi zürafa Rita da yaşamını sürdüremeyecektir. Erkek zürafa bulunabilecek tek hayvanat bahçesi ise Tel Aviv’dedir…

Artılar

  • İlk film olarak belirli bir seviyede yer alan bir çalışma olmuş.

Eksiler

  • “Rita” isimli zürafanın hamile olduğunu öğrendikten sonra “Yacine” (Saleh Bakri), “Ziad” (Ahmad Bayatra) ve “Laura” (Laure de Clermont-Tonnerre) karakterlerinin neden o kadar sevindiğini pek anlayamadım.
  • Oyuncuların doğallığı ve filmin konusu mizah yönünün kuvvetli olacağını düşündürse de senaryo mizahi açıdan oldukça zayıf kalmış.
  • “Yacine” ile gazeteci “Laura” arasındaki yakınlaşma oldukça klasik.
  • Filistin ile İsrail arasındaki savaş/gerilim konusuna da değinmek isteyen yönetmenin bu çabası biraz yüzeysel kalmış diye yorumladım.

Keşif

  • Veteriner olan “Yacine” karakterinin yaşadığı yerdeki konumu ve olaylara tepkileri bana “Barbara” filmindeki (Yönetmen: Christian Petzold) başrolde yer alan doktor “Barbara” (Nina Hoss) karakterini anımsattı.
  • “Ziad”ın salıncağın üzerindeki sahnelerde Kalkiya’ya ait gördüğümüz beyaz renkteki evlerin görüntülerinin oluşturduğu manzara belki de bir açıdan geleceğe dair umudu simgeliyordu.
  • “Romeo” isimli zürafanın Tel Aviv’den Kalkiya’ya getirildiği son bölümlerde, caminin önünden geçerken namaz kılan insanların bir anda zürafayı dışarıda önlerinden geçerken gördükleri sahne güzeldi. Bana “Salak Milyoner” filmindeki (Yönetmen: Ertem Eğilmez) son sahnelerden birinde evin yıkılması ile namaz kılarken yerin altına düşen ama düştükten sonra da karakterin namaza devam ettiği sahneyi hatırlattı.

Öylesine

  • Nedendir bilmem “Ziyad” karakterini canlandıran Ahmad Bayatra yüzü ve konuşma şekli ile bana bir zamanların şarkıcı fenomeni “Küçük İbo”yu hatırlattı.