Rosemary’nin Bebeği

image

Filmin Künyesi:

ROSEMARY’NİN BEBEĞİ | ROSEMARY’S BABY | Yönetmen: Roman Polanski / Oyuncular: Mia Farrow (Rosemary Woodhouse), John Cassavete (Guy Woodhouse), Ruth Gordon (Minnie Castevet), Sidney Blackmer (Roman Castevet), Maurice Evans (Hutch) / ABD / 1968 / Renkli / 136´

Sinopsis:

Korkutucu ve kara mizah yüklü Rosemary’nin Bebeği, Roman Polanski’nin ilk Hollywood filmidir. Bu müthiş eğlenceli karabasan, Ira Levin’in çok satan kitabına sadık kalınarak uyarlanmış. Başroldeki ilham vericiMia Farrow, (Sidney Blackmer ve Oscar ödüllü Ruth Gordon tarafından canlandırılan) fazlasıyla cana yakın yaşlı komşuları ve kendine dönük kocasının (John Cassavetes) kendisi ve bebeğine karşı şeytani bir plan içerisinde olduğundan gittikçe daha fazla şüphelenen genç bir anne adayını oynuyor.

Artılar

  • Filmi oldukça başarılı buldum.
  • Mia Farrow çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş.
  • Ruth Gordon ve Sidney Blackmer yine oldukça başarılıydılar.
  • Filmin jeneriği ve müzikleri de iyiydi.

Eksiler

  • Uzun bir süre ağrı çeken Rosemary’nin bu konuyu çok ağırdan alması pek tutarlı bir davranış gibi gelmedi bana.
  • Tarikatın kurban olarak Rosemary’yi seçme nedeni tam aktarılamıyor gibi geldi bana.

Keşif

  • Minnie’nin şifalı ot ve karışımlarla ilgilenmesi bana “Attila Marcel” (Yönetmen: Sylvain Chomet) filmindeki Madam Proust (Anne Le Ny) karakterini hatırlattı.
  • Romandan uyarlanan film güzel olduğuna göre kitap da başarılıdır diye tahmin ediyorum.
  • Sarı renk bir ayrı yakışıyor Rosemary’ye. Evin içerisinde de ağırlıkla sarı renk kullanılması bunu destekliyor.
  • Kameranın Rosemary’yi yakın plan çektiği sahnelerde Mia Farrow ayrı bir büyülüyor insanı.
  • Castevet’lere ilk davet edildikleri akşam Rosemary’nin mutfaktan salona doğru attığı bir bakış var ki harika.
  • Guy’u neredeyse hep iç mekan çekimlerde görüyoruz.
  • Kelime oyunlu şifre bulmaca oldukça güzel bir uygulamaydı. Bu durum bana “Cingöz Recai” (Yönetmen: Safa Önal) filminde Cingöz’ün (Ayhan Işık), Selma’nın (Sema Özcan) kendisine söylediği dörtlükteki şifreyi/esrarı bulma serüvenini anımsattı.
  • Son sahnede Rosemary’nin bebeği ile buluşma anı ve oradaki tereddüt “Selvi Boylum, Al Yazmalım” (Yönetmen: Atıf Yılmaz) filmindeki meşhur “Sevgi neydi?” sahnesini çağrıştırdı kelimelerde biraz oynamakla beraber 🙂
    – Sevgi neydi? Cadılık mı annelik mi?
    – Sevgi annelikti.

Öylesine

  • “Cadı Mevsimi”

Attila Marcel

image

Filmin Künyesi:

ATTİLA MARCEL | ATTILA MARCEL | Yönetmen:  Sylvain Chomet / Oyuncular:  Guillaume Gouix (Paul / Attila Marcel), Anne Le Ny (Madam Proust), Bernadette Lafont (Annie Teyze), Hélène Vincent (Anna Teyze), Luis Rego (Bay Coelho), Fanny Touron (Anita), Kea Kaing (Michelle), Jean-Claude Dreyfus (Bay Kruzinsky), Cyril Couton (Doktor) / Fransa / 2013 / Renkli / 106´

Sinopsis:

Yönetmen Sylvain Chomet sinemaya, ilk canlı aksiyon filmi Attila Marcel ile dönüyor. Üstüne üstlük, geçtiğimiz yıllarda çektiği canlandırma Belleville’de Randevu ve The Illusionist / Sihirbaz adlı filmlerinde gördüğümüz yaratıcılığından ve görsel hınzırlığından bir adım olsun geri gitmemiş. Filmin ana karakteri, 30’lu yaşlarına gelse de aslında hep çocuk kalmış olan Paul. İki tuhaf teyzesiyle yaşıyor. Daha iki yaşındayken annesiyle babası ölmüş ve o günden bu yana ağzından iki kelime olsun çıkmamış. Paul’ün, teyzeleri kadar tuhaf bir de komşusu var: Madam Proust. İşte, Madam Proust günlerden bir gün annesiyle babasının aslında nerede olduğunu bildiğini söyleyince, Paul’ün hayatı baştan sona değişecek.

Artılar

  • Genel anlamda ortalamanın biraz üstü bir filmdi.
  • Oyunculukları başarılı bulmakla birlikte biraz teatral olduğunu da söylemeliyim.
  • Paul ve teyzelerinin yakın dostu olan kör amcamızın, merdivenleri çıkarken korkuluklardan birinin eksik olmasını bastonunun çıkardığı sesten anlaması ve bozuk yeri tamir etmesi güzel bir sahneydi.
  • Yan hikaye olarak işlenen Paul ve teyzelerinin dans dersi vermeleri filme olumlu anlamda katkı yaparak dinamizm sağlamış.
  • Karikatürize özellikler taşıyan Paul’ün teyzelerinin, hayal/rüya sahnelerinde bile aynı özelliği taşımaları güzel bir devamlılık olmuş.
  • Paul ve teyzelerinin bir hafta sonu daveti için misafir oldukları evde geçen sahneler ve diyaloglar iyiydi.
  • Madam Proust’un evindeki gizli bahçe olayı ve seansına gelen hastalarını/dostlarını bahçesindeki sebze/meyve ile uğurlama mizanseni enteresan bir uygulama olmuş.

Eksiler

  • Paul’ün konuşamama durumu ile ilgili geçmişte ne tür tıbbi girişimlerde bulunulmuş, hangi yöntemler uygulanmış bunlar hakkında pek bir bilgi sahibi olamıyoruz.
  • Madam Proust’un birdenbire Paul ve onun derdi ile yakından ilgilenmeye başlamasına pek anlam veremiyoruz.
  • Paul’ün birdenbire Madam Proust ile görüşmeleri kesmesini garip karşıladım.
  • Filme kısa bir süre dahil olan Doktor karakterinin biraz eğreti durduğunu düşünüyorum.

Keşif

  • Kemal Sunal’ın “Gülen Adam” (Yönetmen: Kartal Tibet) diye bir filmi vardı. Filmi izlerken o aklıma geldi. Buradaki karakterimiz Paul de “Konuşamayan Adam” bir bakıma. “Gülen Adam” filminde Kemal Sunal her şeye gülüyordu ta ki filmin sonunda yeni doğmuş çocuğunun geleceğini düşünüp ağladığı ana kadar. Burada da Paul neredeyse hayatı boyunca konuşamıyor ta ki filmin sonunda kızı “Baba” diye konuştuğu ana kadar.
  • Yönetmen filmin girişinde bizleri Marcel Proust’tan bir pasajla karşılıyor. Filmin içeriğinin bu pasaja sadık kalması, hatta Paul’ün hayatını değiştiren/etkileyen karakterin adının da Proust olması iyi bir uygulama olmuş.
  • Madam Proust’un parktaki bir ağacın kesilmesine engel olmaya direnmesi bana filmi izlediğim tarihlerde Edirne’de benzer bir direnişte bulunan Kıymet Teyze’yi hatırlattı.
  • Attila ile Anita arasındaki dövüşlü dans sahnesi ilginç bir uygulamaydı.
  • Paul’ün seans ritüellerinden birinden uyandıktan sonra piyanosunun üstündeki Beethoven büstüne sarıldığı sahne güzeldi.

Öylesine

  • Piyano yarışması ile ilgili teyzelerin gözünde bir “Çinliler Geliyor” sendromu yaşandı 🙂