Başsız Kadın

image

Filmin Künyesi:

BAŞSIZ KADIN | THE HEADLESS WOMAN | LA MUJER SIN CABEZA | Yönetmen: Lucrecia Martel / Senarist: Lucrecia Martel / Oyuncular: María Onetto (Verónica), Claudia Cantero (Josefina), Inés Efron (Candita), César Bordón (Marcos), Daniel Genoud (Juan Manuel), Guillermo Arengo (Marcelo), Mará Vaner (Tía Lala) / Arjantin / 2008 / Renkli / 87´

Sinopsis:

Arjantin’de şehirden uzakta bir otoyolda, oyun oynayan yoksul çocuklar ve sokak köpekleri dışında bir canlı görmek zor. Verónica ise bu yoldan arabasıyla geçtiğine emin, fakat çarptığı şeyin bir çocuk mu yoksa bir köpek mi olduğunu bilmiyor. Durup bakmak ve yardım etmek yerine yola devam etmeyi, röntgen çektirmek için hastaneye gitmeyi ve geceyi bir otelde geçirmeyi tercih ediyor. Şokta olduğunu söylüyor. Kendine geldiğinde olay mahaline dönmeye, gazeteleri kontrol etmeye karar veriyor; peki ya hastanedeki ve oteldeki kayıtları? Başsız Kadın, işleyip işlemediğine emin olmadığı bir suçun karanlığı altında ezilen, orta sınıftan, orta yaşlı bir kadının psikolojik buhranını anlatıyor.

Not: Yukarıdaki paragraf Pera Müzesi sayfasından alınmıştır.

Öylesine

  • Filmi pek başarılı bulduğumu söyleyemem.
  • Aslında güzel bir hikayesi var filmin. Ancak senaryo ve yönetim için aynı şeyi söylemek zor.
  • Verónica da kendi üzerine düşeni yapıp saç rengini değiştirerek bir bakıma delil “karartıyor” denilebilir..
  • “Çocuk Pozu” (Yönetmen: Calin Peter Netzer) filminde de benzer bir hikaye yaşanıyor filmin başında. O filmde hikaye iyi bir şekilde senaryolaştırılmış ve yönetilmiş.
  • “Bir Zamanlar Anadolu’da” (Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan) filminde hikaye bizi sık sık bozkırdaki bir çeşmenin başına getirir. Bu filmde de sık sık otoyoldaki bir kanalın yanında buluveririz kendimizi.
  • Alfred Hitchcock’un “Vertigo” filmi Türkçe “Ölüm Korkusu” olarak da isimlendirilir. “Başsız Kadın”filminde  Verónica karakterine genellikle Veró diye hitap edildiğini görürüz. Alternatif bir film ismi olarak “Verotigo” kullanırsak Türkçe olarak “Öldürmüş Olma Korkusu” diye isimlendirebiliriz.

Havana’ya Dönüş

image

Filmin Künyesi:

HAVANA’YA DÖNÜŞ | RETURN TO ITHACA | RETOUR A ITHAQUE | Yönetmen: Laurent Cantet / Oyuncular: Jorge Perugorria (Eddy), Pedro Julio Diaz Ferran (Aldo), İsabel Santos (Tanía), Fernando Hechavarria (Rafa), Néstor Jiménez (Amadeo) / Fransa / 2014 / Renkli / 90´

Sinopsis:

Havana’yı tepeden gören bir teras ve günbatımı… Beş arkadaş, Amadeo’nun İspanya’daki 16 yıllık sürgününden sonra memlekete dönüşünü kutlamak üzere bir araya gelmiş. Günbatımından şafağa dek gençliklerini, sırlarını, geleceğe dair umutlarını anımsarlarken bir yandan da hayal kırıklıklarını ve birer birer yıkılıp giden Küba gerçekliklerini konuşurlar. Dostlukları her şeye rağmen onları bir arada tutacak, acı ve tatsız anların üstesinden gelecek kadar güçlü müdür? Havana’ya Dönüş’ün senaryosu, Küba’nın en saygın romancısı Leonardo Padura ile Altın Palmiye’li Entre les murs / Sınıf ve Foxfire / Can Ateşi filmleriyle tanıdığımız yönetmen Laurent Cantet tarafından yazıldı.

Artılar

  • Filmi genel olarak vasatın az üstünde buldum.
  • Temposu yüksek olmamasına rağmen film seyirciyi odakta tutmayı başarıyor.
  • Oyunculuklar oldukça başarılı.

Eksiler

  • Küba’daki ekonomik durumun kötü olduğunu birkaç diyalogdan öğreniyoruz ama bu duruma işaret eden hayatın içinden bir örnek göremiyoruz.
  • Amadeo’nun İspanya’da sürgünde kalıp Küba’ya dönememesinin gerçek nedeni açıkçası çok zayıf ve inandırıcılıktan uzak geldi bana.

Keşif

  • Birçok sahnede karakterler geçmişten bahsediyor. Bu sahnelerin hiçbirinde filmin geçmiş zamana ait sahne göstermemesi dikkatimi çekti. Genellikle bu tür durumlarda geri dönüşlerle o sahnelerin canlandırılmasına ya da gösterilmesine alışığızdır çünkü.
  • Filmdeki Tania karakterini hem sima hem de dominantlık anlamında “Çocuk Pozu” (Yönetmen: Calin Peter Netzer) filminde anneyi canlandıran Luminita Gheorghiu’ya yakın hissettim.
  • Beş arkadaşın gülerek başladığı akşam, herkesin yarasının bir bir deşilmesiyle daha ciddi bir havaya bürünüyor.
  • Kısa bir süre gözükmesine rağmen Aldo’nun annesi filme oldukça sıcaklık katmış.

Öylesine

  • “Geç Vakit”
  • “Havan(a) kime yabancı”

Gabrielle

image

Filmin Künyesi:

GABRIELLE | Yönetmen:  LOUISE ARCHAMBAULT / Oyuncular: GABRIELLE MARION-RIVARD (Gabrielle), ALEXANDRE LANDRY (Martin), MÉLISSA DÉSORMEAUX-POULIN (Sophie), MARIE GIGNAC (Martin’in Annesi), Isabelle Vincent (Gabrielle’in Annesi) / Kanada / 2013 / Renkli / 104´

Sinopsis:

Gabrielle, Williams sendromuna sahip, neşeyle parlayan 25 yaşındaki genç bir kadın. Genetik sendromu zihinsel gelişimini yavaşlatsa da, ona
sıcakkanlılığını ve müzikal yeteneğini bahşediyor. Gabrielle bir bakım evinde arkadaşlarıyla birlikte kalıyor; aşkı Martin de burada yaşıyor. Ancak
Martin ve Gabrielle birbirlerine karşı hissettiklerini fiziksel olarak da paylaşmak istediklerinde, içinde yaşadıkları evin kurallarına çarpıveriyorlar.
Üstelik Martin’in annesi de olanlardan hoşnut görünmüyor. Gabrielle’in arzularıyla tanışması, onun bireysel bağımsızlık yolculuğunun da başlangıcı
oluyor. Yumuşacık ve hayata dair ilham dolu bir film Gabrielle. Masumiyet, bağımsızlık ve cinsel özgürlük temaları arasında tatlı bir ritimle dans
ederken, yılın en ahenk dolu aşk hikâyelerinden birini de anlatmış oluyor.

Artılar

  • Gabrielle, Martin ve Sophie rollerindeki oyunculuklar oldukça başarılı.

Eksiler

  • Filmde Williams sendromlu insanların, toplum tarafından hiç dışlanmamasını ya da önlerine hiç engel çıkmamasını çok ütopik buldum.
  • Kendi başına yaşamayı denemeye çalışan Gabrielle’in karşılaştığı zorluklar çok basit gibi geldi bana.

Keşif

  • Bu filmi, temeline zihinsel bir hastalığı ele alması ve bu hastalıktan dolayı yaşamların etkilenmesi ve aşkı işlemesi açılarından “Aşkın Formülü Yok” (Yönetmen: Andreas Öhman) filmine benzettim. O filmde hasta karakterimiz erkekti. Abisinin sevgilisi ile arası, hastalığı nedeniyle hep kardeşinin yanında yer almaya çalışması nedeniyle bozulmuştu. Bu filmde de ablası Sophie kardeşi Gabrielle’in hep yanında olmaya çalışıyor ve bu durum onun sevgilisi ile ilişkilerinde zaman zaman problemlere yol açıyor.
  • Williams sendromuna sahip insanların rehabilitasyon amaçlı bir koro çalışması içerisinde yer alması formu ve koronun film boyunca önemini koruması bana “Yarım Kalan Şarkı” (Yönetmen: Paul Andrew Williams) filminde yaşlıların oluşturduğu koroyu çağrıştırdı.
  • Gabrielle ile Martin arasındaki cinsel kavuşmanın önüne sürekli engeller çıkması, en olmadık zamanda (yıl sonu koro gösterisinin hemen öncesinde) onların bu işe kalkışmalarına neden oldu. Neyse ki iki olayı da başarılı bir şekilde tamamladılar.
  • Filmin finalinde koromuz yıl boyunca çalıştıkları şarkı yerine başka bir şarkıyı söylüyorlar. Bu şarkıda “Sophie” isminin sıklıkla geçmesini manidar buldum. Sanki Gabrielle’in, ablası Sohpie’ye bir hediyesi gibi.
  • Sophie ve Gabrielle’in annelerinin varlığı bir model olmaktan öteye geçemiyor. Anne için kariyeri kızlarından daha önemli gibi duruyor. Bu açıdan buradaki anne karakterini “Güz Sonatı” (Yönetmen: Ingmar Bergman) filmindeki anneye (Ingrid Bergman) benzettim.
  • Diskodaki eğlence sırasında Martin ve Gabrielle’in yakınlaşması sırasında filmde sesin kesilmesini anlamlı buldum. Diskodaki o büyük gürültü o an bu ikilinin ruhlarında, duygularında tezahür ediyordu belki de.
  • Martin’in annesinin çocuğuna aşırı sahip olması ve sergilediği davranışlar bana “Çocuk Pozu” (Yönetmen: Calin Peter Netzer) filmindeki anne Cornelia (Luminita Gheorghiu) karakterini hatırlattı.
  • Koro çalışmalarında üzerinde sürekli çalışma yapılan şarkıda geçen “Ben Sıradan Bir İnsanım” sözleri oldukça manidar.
  • Filmin sonlarına doğru Martin’in, kendi eliyle yaptığı üzerinde G harfi yazan ahşap saklama kutusunu Gabrielle’e vermesini güzel bir jest olarak yorumladım. Martin kutunun içine bir de kendisinin ve Gabrielle’in evlerinin yerlerini gösteren harita koymuş. Hediyeden kısa bir süre sonra da Martin Gabrielle ile birlikte kutunun üzerindeki G noktasını keşfe çıkıyorlar 🙂

Öylesine

  • Bulunamadı.

Ana Kuzusu

image

Filmin Künyesi:

ANA KUZUSU| MAMAROSH| Yönetmen: Momcilo Mrdakovic / Oyuncular:  Bogdan Diklic, Mira Banjac, Sergej Trifunovic, Bane Vidakovich  / Sırbistan  / 2013 / DCP / Renkli / 105

Sinopsis:
Ortak yapımcılığını Fatih Akın’ın üstlendiği Ana Kuzusu, bir AVM inşaatı protestosuyla açılıyor. Sinema tutkunu projeksiyoncu Pera, 1999’da NATO bombardımanı Belgrad’ı dövmeye başladığında kendini bir anda annesiyle (yani en iyi arkadaşıyla) mülteci olarak bulur. Hayat onları New York’a savurduğunda sinemada dijital çağ henüz başlamıştır. Sonra Pera bir gün eski bir sinema salonunda atılmak üzere olan projeksiyon makineleri bulur. Amacını belirlemiştir: İnsanlara 35 mm gerçek filmi tanıtıp sevdirecektir. Bir savaş filmi, bir yol filmi, hatta bir aşk filmi olan bu hem tatlı hem korkutucu komedi, ilk kez Moskova Film Festivali’nde gösterildi.

Artılar

  • “Pera” rolünde Bogdan Diklic ve annesi “Mara” rolünde Mirjana Banjac oldukça başarılı.

Eksiler

  • Genel olarak diyaloglarda mesaj verme kaygısı yapıtı didaktik bir boyuta taşırken izlenirliği biraz olumsuz etkilemiş.

Keşif

  • Filmde kurmacadan belgesele evrilen bazı bölümler görüyoruz.
  • Pera’nın çocukluğuna ilişkin geçmişe ait olayların farklı bir şekilde gösterildiği sahneler filme renk katmış.
  • Filmin sonunda Pera’nın 35mm formattaki filmi perde olarak New York semalarına, köprülerine yansıtması, onun dijitale karşı savaşını simgeler gibiydi.
  • “Çocuk Pozu” (Yönetmen: Calin Peter Netzer) filmindeki Anne -> Çocuk düşkünlüğünü bu filmde ters yönde Çocuk -> Anne şeklinde görüyoruz.

Öylesine

  •