Persona

image

Filmin Künyesi:

PERSONA | Yönetmen: Ingmar Bergman / Senarist: Ingmar Bergman / Oyuncular: Bibi Andersson (Alma), Liv Ullmann (Elisabet Vogler), Margareta Krook (Doktor), Gunnar Björnstrand (Elisabet ‘in Eşi), Jörgen Lindström (Elisabet ‘in oğlu) / İsveç / 1966 / Siyah-Beyaz / 81´

Sinopsis:

Ingmar Bergman’ın en gizemli, en rahatsız edici filmlerinden Persona, David Lynch’ten Claude Chabrol’e, hatta Abba’ya kadar etkisi yayılan, sarsıcı bir psikolojik dram, Bergman’ın tarifiyle “iki enstrüman için bir sonat”. Bibi Andersson’ın canlandırdığı genç hemşire Alma, Liv Ullman’ın canlandırdığı, konuşmayı reddeden aktris Elisabeth Vogler’in tedavi süreciyle ilgilenmektedir. İkili, birlikte, deniz kıyısındaki bir eve yerleşir. Ancak zamanla tedavi tersine işler; Elisabeth yerine Alma konuşup içini dökmeye başlar; ikilinin kişilikleri birbirine geçtikçe, gerçekle hayal de birbirine girer. Bergman’ın birçok kusursuz başyapıtından biri olan Persona, yönetmenin sözleriyle “yalnızca sinemanın keşfedebileceği sözsüz gizlere dokunuyor”.

Not: Yukarıdaki paragraf İstanbul Film Festivali sayfasından alınmıştır.

Öylesine

  • Filmi genel olarak beğendim.
  • Bibi Andersson’un oyunculuğu çok başarılı.
  • Bu filmi daha çok seveceğimi düşünmüştüm ama beklediğim gibi olmadı.
  • Bergman’ın film hakkında yapılan kısa bir röportajda dikkat çektiği üzere filmin ilk 4 dakikası biraz zorlayıcı ve sabır gerektiriyor.
  • Alma, Elisabet için bir ayna belki de. Hem ruhi hem de fiziki olarak Elisabet’in sesi oluyor Alma. Çoğu zaman giydikleri kıyafetlerin rengi bile aynı.
  • Bu filmde “sıkıntılı” anne rolünü oynayan Liv Ullmann yıllar sonra yine Bergman’ın yönettiği “Güz Sonatı” filminde bu sefer “sıkıntılı” annenin kızı rolünde karşımıza çıkıyor.

Kış Uykusu

image

8.5 out of 10 stars (8,5 / 10)

Filmin Künyesi:

KIŞ UYKUSU | WINTER SLEEP | Yönetmen:  Nuri Bilge Ceylan  / Oyuncular: Haluk Bilginer (Aydın), Melisa Sözen (Nihal), Demet Akbağ (Necla), Mehmet Ali Nuroğlu (Timur), Ayberk Pekcan (Hidayet), Serhat Mustafa Kılıç (Hamdi), Nejat İşler (İsmail), Tamer Levent (Süavi), Nadir Sarıbacak (Levent), Emirhan Doruktutan (İlyas), Ekrem İlhan (Ekrem), Rabia Özel (Fatma), Fatma Deniz Yıldız (Sevda)  / Türkiye / 2014 / Renkli / 196´

Sinopsis:

Aydın emekli bir tiyatrocudur; oyunculuğu bıraktıktan sonra Kapadokya’ya babasından yadigar kalan butik oteli işletmek için geri döner. Aydın o günden sonra başlayan kış uykusu bu gözlerden ırak otelin içerisindeki gündelikleriyle, kah yerel bir gazeteye köşe yazıları yazarak kah her zaman niyetlendiği ancak bir türlü başlayamadığı tiyatro tarihi kitabını yazmayı düşünerek geçer. Tüm bu süreçte hayatında iki kadın vardır: Kendisine her anlamda uzak ve soğuk davranan genç karısı Nihal ve boşandıktan sonra yanlarına taşınan kız kardeşi Necla… Kışın bastırması ve artan kar yağışı bu küçük taşrada en çok Aydın’ın sinirlerine dokunur ve onu uzaklara gitmeye teşvik eder…

Artılar

  • Haluk Bilginer ve Demet Akbağ olağanüstü bir oyunculuk sergilemişler.
  • Filmin sakin ve dingin çekimleri gerçekten ustaca.
  • Filmin içerisine sinen klasik müzik dokunuşları çok yerinde kullanılmış.
  • Ayberk Pekcan oldukça başarılı bir oyunculuk sergilemiş.
  • Serhat Mustafa Kılıç’ın oyunculuğu başarılıydı.
  • Senaryo oldukça başarılı.
  • Melisa Sözen’deki duru oyunculuk oldukça başarılı.
  • Uzun süren ve genellikle de karanlık atmosferde geçen bir film olmasına rağmen tempo hiç düşmüyor ve izleyenlerin filmin içerisinde kalması ustalıkla sağlanıyor.

Eksiler

  • Necla’nın filmden birdenbire çıkmasını olumsuz buldum. Daha yumuşak bir çıkış olabilirdi sanki.
  • Hamdi Hoca ve ailesine yardım olarak teklif edilen parayı ateşe atan kardeşi İsmail’in tavrına Nihal’in aşırı derecede şaşırması bana biraz garip geldi.
  • Filmin finali bana biraz fazla iyimser ve romantik geldi.

Keşif

  • Filmden bir replik: “Susarak eleştirmek konusundan uzmandır o”
  • Aydın ile Necla arasında o uzun süren geçmişle hesaplaşma sahnesi bana, “Güz Sonatı” (Yönetmen: Ingmar Bergman) filminde Anne Charlotte (Ingrid Bergman) ile kızı Eva (Liv Ullmann) arasındaki benzer bir sahneyi hatırlattı. Demet Akbağ’ın gözlüklü hali de Liv Ullmann’ı andırmadı değil 🙂
  • Aydın karakterinde sanki biraz kendimi gördüm.
  • Karakterlerin isminde de ayrı bir ermişlik-bilgelik var sanki : Aydın, Hidayet, Hamdi. “Aydın, hamdederse belki hidayete ulaşır”
  • İsmail ve oğlu İlyas arasındaki ilişkide Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail arasındaki ilişkiye benzer bir şey sezinledim. Hz.İbrahim oğlu Hz.İsmail’i kurban etmek ister ve Hz. İsmail gözünü kırpmadan bunu kabul eder. Filmimizde de baba İsmail, Aydın Bey’in kırılan araba camı için oğluna bir tokat atarak onu kurban eder. Oğul İlyas ise hiç karşı çıkmaz babasının bu isteğine.
  • Hamdi ve yeğeni İlyas özür dilemek için Aydın Bey’in evine gelirler. Burada İlyas bayılır ve kamera aniden yılkı atlarına çok sert bir geçiş yapar.
  • Aydın, karşılaştığı/konuştuğu her kişiden mesleği ya da meziyeti ne olursa olsun hep kendisinin üstün olduğunu düşünüyor.
  • Aydın’ın, yerel gazeteye kendince “dünyayı kurtaracak” yazılarını kaleme alma isteğini sürekli dile getirmesi bana, “Çöpçüler Kralı” (Yönetmen: Zeki Ökten) filmindeki “Yazıcam bunu gazeteye” diyen apartman sakini emekli amcayı (Ertuğrul Bilda) hatırlattı.
  • Bir sahnede Aydın, arkadaşı Süavi ve eşi Nihal Aydın’ın çalışma odasında konuşmaktadırlar. Bu sahnede Süavi’nin konuştuğu sırada kameranın onu çektiği açıda ekranda bir de Nihal’in yansımasını görürüz.
  • Aydın’ın, gecenin bir vakti atın yanına gittiği sahne muhteşemdi. Bu sahne bana, “Yumurta” (Yönetmen: Semih Kaplanoğlu) filminde gecenin ıssızlığında köpeklerin yanında kalan Yusuf (Nejat İşler) karakterini anımsattı.
  • İlyas’ın, Aydın’ın arabasının camını kırması tüm o mükemmel gözüken “aydın yaşamın” yavaş yavaş karanlığa gömülmesine neden oluyor.
  • Aydın’ın odasında, yazmaya çalıştığı “Bir Ömür Tiyatro” kitabına arka plan olacak şekilde tiyatro ile ilgili eşyaların bulunmasını oldukça anlamlı buldum.
  • Nihal’in, odasında Aydın ile aralarında geçen tartışma sahnesi çok iyiydi. Odadaki sobanın içinde yanan tahta parçalarından gelen o sesler sanki karakterlerimizin içlerinden bir şeyler koptuğuna işaret ediyordu.
  • Gardaki sahnede bankta oturan adamın soğuk oluyor diye kenara yanaşmayarak Aydın ve Hidayet’in yan yana oturmasını engellemesi çok doğaldı.
  • “Bir Zamanlar Anadolu’da” (Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan) filminde insan bedenine yapılan otopsi bu filmde insan ruhuna yapılıyor.
  • “Bir Zamanlar Anadolu’da” bence bu filmin daha önünde.
  • Süavi’nin evinde beraber yemek yiyip daha sonra da sarhoş olup kafayı bulan Süavi, Aydın ve Levent karakterleri bana Kuzey Avrupa filmlerini anımsattı.
  • İsmail’in, Nihal’in verdiği paranın ederine ilişkin nedenleri ortaya dökmesi aslında tam da Aydın’ın istediği meşhur çizelge kullanılması isteğini karşılar gibiydi.
  • Aydın karakterinde “Yaban Çilekleri” (Yönetmen: Ingmar Bergman) filmindeki Profesör Isak Borg (Victor Sjöström) ile “Aynanın İçinden” (Yönetmen: Ingmar Bergman) filmindeki David (Gunnar Björnstrand) karakterlerinin bir karışımı vardı sanki.
  • Filmin açılış sekansındaki son sahnede karşımızda sırtı bize dönük pencerenin önünde duran Aydın yer almaktadır. Kamera yavaş yavaş arkadan Aydın’a yaklaşır ve en son noktada onun zihnine doğru girip bizi karanlığa boğar. Ve Kış Uykusu artık başlamıştır.
  • Bergmanvari bir film olmuş.
  • Filmin açılışında bir turist kafilesini Kapadokya’da Peri Bacalarını keşfederken görüyoruz. Bu sahne bana, “Muhteşem Güzellik” (Yönetmen: Paolo Sorrentino) filminin açılış sahnesinde turist kafilesinin Roma’yı keşfetme bölümünü hatırlattı.

Öylesine

  • “Bozkırın Aydını”
  • “Kış Sonatı”
  • “Kibre meyalim vallahi dertten”

Gabrielle

image

Filmin Künyesi:

GABRIELLE | Yönetmen:  LOUISE ARCHAMBAULT / Oyuncular: GABRIELLE MARION-RIVARD (Gabrielle), ALEXANDRE LANDRY (Martin), MÉLISSA DÉSORMEAUX-POULIN (Sophie), MARIE GIGNAC (Martin’in Annesi), Isabelle Vincent (Gabrielle’in Annesi) / Kanada / 2013 / Renkli / 104´

Sinopsis:

Gabrielle, Williams sendromuna sahip, neşeyle parlayan 25 yaşındaki genç bir kadın. Genetik sendromu zihinsel gelişimini yavaşlatsa da, ona
sıcakkanlılığını ve müzikal yeteneğini bahşediyor. Gabrielle bir bakım evinde arkadaşlarıyla birlikte kalıyor; aşkı Martin de burada yaşıyor. Ancak
Martin ve Gabrielle birbirlerine karşı hissettiklerini fiziksel olarak da paylaşmak istediklerinde, içinde yaşadıkları evin kurallarına çarpıveriyorlar.
Üstelik Martin’in annesi de olanlardan hoşnut görünmüyor. Gabrielle’in arzularıyla tanışması, onun bireysel bağımsızlık yolculuğunun da başlangıcı
oluyor. Yumuşacık ve hayata dair ilham dolu bir film Gabrielle. Masumiyet, bağımsızlık ve cinsel özgürlük temaları arasında tatlı bir ritimle dans
ederken, yılın en ahenk dolu aşk hikâyelerinden birini de anlatmış oluyor.

Artılar

  • Gabrielle, Martin ve Sophie rollerindeki oyunculuklar oldukça başarılı.

Eksiler

  • Filmde Williams sendromlu insanların, toplum tarafından hiç dışlanmamasını ya da önlerine hiç engel çıkmamasını çok ütopik buldum.
  • Kendi başına yaşamayı denemeye çalışan Gabrielle’in karşılaştığı zorluklar çok basit gibi geldi bana.

Keşif

  • Bu filmi, temeline zihinsel bir hastalığı ele alması ve bu hastalıktan dolayı yaşamların etkilenmesi ve aşkı işlemesi açılarından “Aşkın Formülü Yok” (Yönetmen: Andreas Öhman) filmine benzettim. O filmde hasta karakterimiz erkekti. Abisinin sevgilisi ile arası, hastalığı nedeniyle hep kardeşinin yanında yer almaya çalışması nedeniyle bozulmuştu. Bu filmde de ablası Sophie kardeşi Gabrielle’in hep yanında olmaya çalışıyor ve bu durum onun sevgilisi ile ilişkilerinde zaman zaman problemlere yol açıyor.
  • Williams sendromuna sahip insanların rehabilitasyon amaçlı bir koro çalışması içerisinde yer alması formu ve koronun film boyunca önemini koruması bana “Yarım Kalan Şarkı” (Yönetmen: Paul Andrew Williams) filminde yaşlıların oluşturduğu koroyu çağrıştırdı.
  • Gabrielle ile Martin arasındaki cinsel kavuşmanın önüne sürekli engeller çıkması, en olmadık zamanda (yıl sonu koro gösterisinin hemen öncesinde) onların bu işe kalkışmalarına neden oldu. Neyse ki iki olayı da başarılı bir şekilde tamamladılar.
  • Filmin finalinde koromuz yıl boyunca çalıştıkları şarkı yerine başka bir şarkıyı söylüyorlar. Bu şarkıda “Sophie” isminin sıklıkla geçmesini manidar buldum. Sanki Gabrielle’in, ablası Sohpie’ye bir hediyesi gibi.
  • Sophie ve Gabrielle’in annelerinin varlığı bir model olmaktan öteye geçemiyor. Anne için kariyeri kızlarından daha önemli gibi duruyor. Bu açıdan buradaki anne karakterini “Güz Sonatı” (Yönetmen: Ingmar Bergman) filmindeki anneye (Ingrid Bergman) benzettim.
  • Diskodaki eğlence sırasında Martin ve Gabrielle’in yakınlaşması sırasında filmde sesin kesilmesini anlamlı buldum. Diskodaki o büyük gürültü o an bu ikilinin ruhlarında, duygularında tezahür ediyordu belki de.
  • Martin’in annesinin çocuğuna aşırı sahip olması ve sergilediği davranışlar bana “Çocuk Pozu” (Yönetmen: Calin Peter Netzer) filmindeki anne Cornelia (Luminita Gheorghiu) karakterini hatırlattı.
  • Koro çalışmalarında üzerinde sürekli çalışma yapılan şarkıda geçen “Ben Sıradan Bir İnsanım” sözleri oldukça manidar.
  • Filmin sonlarına doğru Martin’in, kendi eliyle yaptığı üzerinde G harfi yazan ahşap saklama kutusunu Gabrielle’e vermesini güzel bir jest olarak yorumladım. Martin kutunun içine bir de kendisinin ve Gabrielle’in evlerinin yerlerini gösteren harita koymuş. Hediyeden kısa bir süre sonra da Martin Gabrielle ile birlikte kutunun üzerindeki G noktasını keşfe çıkıyorlar 🙂

Öylesine

  • Bulunamadı.