Yedinci Uydu

image

Filmin Künyesi:

YEDİNCİ UYDU | SEDMOY SPUTNIK| THE SEVENTH COMPANION | Yönetmen:  Aleksey German, Grigori Aronov / Oyuncular:  Andrei Popov (General Adamov), Aleksandr Anisimov (Kukhtin), Georgiy Shtil (Kimka), Pyotr Chernov (Zykov), Vladimir Osenev (Priklonski), Sofiya Giatsintova (Generalin Eşi) / SSCB / 1967 / Siyah-Beyaz / 89´

Sinopsis:

Yedinci Uydu, savaş denen saçmalığın içine düşen halkın son derece insani duygularını işlediği özel bir film. Boris Lavrenev’in kısa romanından esinlenerek beyaz perdeye aktarılan film, iç savaş sırasında Rusya’yı kasıp kavuran “Kızıl Terör” olaylarıyla açılıyor. Çar yanlılarıyla beraber tutuklanan Tümgeneral Adamov affedilir ve salıverilir. Gelgelelim, devrimden sonra, Adamov’un evi bayağı kalabalık bir komüne dönmüştür. Gidecek başka yer bulamayan bu asker, tekrar cepheye dönmek için büyük bir mücadeleye girişir.

Artılar

  • Senaryoyu başarılı buldum.
  • Görüntü yönetimi de başarılıydı.

Eksiler

  • Bu filmde kadının pek bir temsili yok.
  • Adamov’un hem Kızıllar hem de Beyazlar tarafından sevilmesi/önemsenmesi bana pek inandırıcı gelmedi.

Keşif

  • Nihayet Aleksey German’ın sevdiğim bir filmine denk geldim.
  • Adamov’un komün haline getirilen evininin kapı numarası 7. Filmin adının bununla bir ilişkisi olabileceğini düşündüm.
  • Adamov, çamaşır yıkarken adaleti bulduğunu söylüyor bir sahnede. Kirli çamaşırları yıkayarak kendince adaleti ortaya çıkarmak istiyor belki de.
  • Beyazların tarafında birinin, üst makamdakilere karşı söylediği şu cümleyi beğendim ve anlamlı buldum: “Beni anlayamazsınız, anlayamadınız.”
  • Adamov’un Kızılların yanında iken müzik aleti olarak piyano çalınması; Beyazların tarafındayken ise saz/mandolin çalınması kendi içerisinde oldukça iyi bir tezat yaratmış.
  • Adamov’un idam edileceklerin listesini okuduğu sahne oldukça dokunaklıydı.
  • “Yedinci Mühür” (Yönetmen: Ingmar Bergman) filminde aranan ölüm iken “Yedinci Uydu” filminde aranan adalet oluyor.

Öylesine

  • “Adamov Olacak Çocuk”
  • “General Adamov’un Adaleti”
  • “Adalet İçin: General Adamov”

Son Durak Cennet

image

Filmin Künyesi:

SON DURAK CENNET | TERMINUS PARADIS| NEXT STOP PARADISE | Yönetmen:  Lucian Pintilie / Oyuncular:  Costel Cascaval (Mitu), Dorina Chiriac (Norica), Gheorghe Visu (Vatasescu), Victor Rebengiuc (Grigore Cafanu), Razvan Vasilescu (Capt. Burcea), Gabriel Spahiu (Nelu) / Romanya / 1998 / Renkli / 99´

Sinopsis:

Rumen yönetmen Lucian Pintilie’nin çektiği bu dram, Budapeşte’nin dışında başlıyor. Domuz çobanı Mitou bir gün sonra, iki yıllığına askere gidecek. Garson kız Norica votka içme yarışında ona katılıyor ve haliyle, ikisi Mitou’nun evinde soluğu alıyor. Halbuki Norica aslında başka biriyle nişanlı. O günlerde zaten ailesine de dargın olan Mitou’nun karşısına çıkan ilk yetkiliyle dalaşması çok da şaşırtıcı değil. Evrensel bir trajediye ayna tutan bu filmde, Çavuşesku’nun baskısı altında inleyen Romanya’da halkın nasıl boş şatafat ve iler tutar yanı olmayan hayaller peşinde koştuğunu göreceksiniz.

Artılar

  • Norica rolünde Dorina Chiriac çok sağlam bir oyunculuk tasviri çizmiş.
  • Mitu rolünde Costel Cascaval de oldukça başarılı.
  • Senaryo oldukça incelikli yazılmış.

Eksiler

  • Bulunamadı.

Keşif

  • Kimi olay ve durumlar karşısındaki karakterlerin tepkileri bana Luis Bunuel filmlerini hatırlattı.
  • Sarı tenli o pastoral bozkır görüntüsü oldukça anlamlı. Bunu ilk olarak Mitu’nun evinde bir tablo olarak görüyoruz. Sonra bu resimdeki yerin aslında gerçek olduğunu anlıyoruz. Filmin sonunda Norica, Mitu’dan yadigar kalan bebeği ile oradan geçiyor.
  • Birbirlerine delicesine aşık olan Mitu ve Norica çiftini yönetmen bizlere hiç sevişirken göstermiyor. Yönetmen belki de buradaki aşkın cinsel değil de daha çok tinsel tarafı ile ilgileniyor.
  • Babası ve annesi ile arabada beraber giderlerken Mitu’nun öfke nöbeti geçirerek arabayı zorla fren yaptırarak durdurduğu ve peşi sıra orada yaşananlara ilişkin sahneler oldukça güzeldi.

Öylesine

  • “İnek Şaban” (Yönetmen: Osman F. Seden) filmine ithaf ederek: “Hasta masta değil bu domuz gibi…”
  • “Tatava yapma Mitu. #BasGeç”

Zevk Uğruna

image

Filmin Künyesi:

ZEVK UĞRUNA | LE BON PLAISIR| LE BON PLAISIR | Yönetmen:  Francis Girod / Oyuncular:  Catherine Deneuve (Claire Després), Michel Serrault (İçişleri Bakanı), Jean-Louis Trintignant (Cumhurbaşkanı), Michel Auclair (Herbert), Hippolyte Girardot (Pierre) / Fransa / 1984 / Renkli / 108´

Sinopsis:

Günün birinde Fransız Cumhurbaşkanı’nın kulağına, eski bir metresinden gayrimeşru bir oğlu olduğu haberi gelir. Şanına leke sürülmesin diye her türlü kanıtı ortadan kaldırmaya karar veren Cumhurbaşkanı gizli servisi işin içine sokar. Lakin, geçmişinden ne kadar kaçmaya çalışsa da kriz gitgide büyür ve beyefendinin düşüşü hızlanır. İçinde kara komedi de barındıran bu göz alıcı siyasi gerilim filmi “hükümet üzre Fransız usulü bir deneme” olarak da tarif edilebilir.

Artılar

  • Oyunculuklar oldukça başarılı.
  • Claire rolünde Catherine Deneuve oldukça başarılı, güzel ve zarifti.
  • Cumhurbaşkanı rolünde Jean-Louis Trintignant oldukça iyiydi.
  • Filmdeki müzik kullanımını başarılı buldum. Filmin tonunu yumuşatan ve sakinleştirici etkisi olan bir müzikti.
  • Senaryoyu ve özellikle de diyalogları beğendim.

Eksiler

  • Pierre ile Herbert arasındaki dostluğu/ilişkiyi tam olarak adlandıramıyoruz.
  • Cumhurbaşkanı ile tartıştıktan sonra bir anda ortadan kaybolan eş ile ilgili belki bir bölüm daha olabilirdi.
  • Kimi özelliklerinden dolayı pek sevilmeyen biri olduğunu gördüğümüz Cumhurbaşkanının, filmde belirtildiği kadar aşırı derecede kötü biri olarak nitelenmesine ilişkin daha elle tutulur, somut örnekler verilse daha iyi olurdu.
  • Belki biraz zor kullanılarak da olsa Claire’in oğlu Mike ile babası Cumhurbaşkanını buluşturmasını yadırgadım.

Keşif

  • Gizli mektup olayının kahramanı Pierre’in Claire’ye yazdığı mektup dikkatimi çekti. Mektupta Pierre, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında çeşitli şekillerde onun karşısına çıkanın kendi olduğunu itiraf ediyor. Bu durum bana “Cingöz Recai” (Yönetmen: Safa Önal) filminde “Cingöz Recai” (Ayhan Işık) karakterinin düşmanlarına karşı oynadığı benzer bir oyunu hatırlattı. Düşmanı, Cingöz Recai’ye şöyle diyordu bir sahnede: “Trendeki adam, taksideki adam, evimdeki adam, simdi gene buradasın!”. Hatta “Cingöz Recai” filmi ile bu filmdeki karakterler arasında garip bir ilişki/benzerlik de kurdum aşağıdaki gibi.
    Selma (Sema Özcan) – Claire
    Cingöz Recai (Ayhan Işık) – Pierre
    Selim Nahit (Feridun Çölgeçen) – Cumhurbaşkanı
    Mehmet Rıza – İçişleri Bakanı
  • Cumhurbaşkanının bel ağrısından dolayı kendisini karşılayan çocuğu eğilip öpemediği sahne güzeldi.
  • Claire’in filmdeki iki sahnede kırmızı renkli elbise giymesini anlamlı buldum. İlki, mektup olayından 10 yıl sonra eski sevgilisi Cumhurbaşkanı ile ilk defa karşılaştıkları sahneydi. İkincisi ise Cumhurbaşkanı ile vedalaştığı, son kez görüştüğü sahne.
  • Claire’in eski sevgilisi Cumhurbaşkanını evinde ağırladığı sırada konuşmaları kaydettiğini anladığımız sahne beklenmedikti.
  • Cumhurbaşkanının devlet malı diyerek karısının parçalamasına izin vermediği değerli vazoyu daha sonra kendisinin parçaladığı sahne iyiydi.
  • Cumhurbaşkanı konutunda kaybolan kedi için yapılan kısa süreli seferberlik hoş bir sahneydi.
  • Mike ileride olur da Cumhurbaşkanının babası olduğunu öğrenirse ikili arasında, “Benim Babam, Benim Oğlum” (Yönetmen: Hirokazu Koreeda) filmindeki mühendis baba ile doğum sırasında karışmış çocuğu arasındaki gibi bir ilişki olabilir.
  • Claire ile İçişleri bakanının evdeki ilk karşılaşmaları sırasındaki sahneler oldukça güzeldi.

Öylesine

  • “Cumhurbaşkanı Öteki Fransa’da”
  • “Bir Mektubun 10 Yıl Hatırı Vardır”
  • Oldukça renkli ve cıvıl cıvıl giyinen Claire’in, biricik oğlunu göremeye giderken giydiği kıyafet hiç olmamış 🙁

Durgun Hayat

image

Filmin Künyesi:

DURGUN HAYAT | STILL LIFE | STILL LIFE | Yönetmen:  Uberto Pasolini / Oyuncular:  Eddie Marsan (John May), Joanne Froggatt (Kelly Stoke), Karen Drury (Mary), Andrew Buchan (Müdür), Neil D´Souza (Shakthi) / İtalya / 2013 / Renkli / 87´

Sinopsis:

The Full Monty’nin yapımcısı Uberto Pasolini, ikinci yönetmenlik denemesinde sıradan bir adamın hayatını perdeye taşıyor. John, kimi kimsesi olmayan kişiler öldüğünde onların hayatlarını araştıran bir sosyal hizmet görevlisi. Ölenler için en ideal cenazeyi düzenlemeye çalışıyor, iletişimde olmadıkları yakınlarını son görevlerine çağırıyor. Bu ufak dedektiflik oyunlarıyla hayatını renklendirmeye çalışan John, aniden işine son verildiğinde ise elindeki son vakayı sonuçlandırmakta ısrar ediyor. Durgun Hayat komedi ve dram arasında sağlam bir denge tuttururken, ailenin öneminin altını çizen hüzünlü bir film.

Artılar

  • John May’i canlandıran Eddie Marsan’ın film boyunca karakterin özelliklerini başarı ile taşıması güzeldi.
  • Kısa bir süre yer alsa da Kelly Stoke rolünde Joanne Froggatt’in oyunculuğunu oldukça başarılı ve samimi buldum.

Eksiler

  • Filmin ilk bölümleri adı gibi o kadar durgundu ki bu da izlenebilirliği olumsuz etkiledi.
  • John May için aslında sıradan bir ölü gibi gözüken Billy Stoke’un cenazesinin onun için bu kadar önemli hale gelmesine pek anlam veremedim.
  • Filmin mizahi tarafı biraz daha güçlü olabilirdi.

Keşif

  • Film sanki son çeyrekte toparlıyor gibi geldi bana.
  • Filmin son sahnesinde, vakti zamanında John’un cenazelerini organize ettiği ölülerin John’un mezarı başında toplanmaları güzel bir uygulamaydı. Bir bakıma iade-i ziyaret oldu.
  • Yine filmin son sahnesinde John’un mezarı başına toplanan kalabalıkta bir “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı” (Yönetmen: Ertem Eğilmez) ruhu da sezmedim değil. Şöyle bir hayal edelim. Mahmut Hoca (Münir Özkul) soruyor “Kim Öldü?” diye. Herkes sırasıyla “Ben öldüm.”, “Hayır ben!” diye diye en sonunda herkes “Biz öldük” diyor.
  • John May karakterinin sadece işi ile ilgilenmesi ve dış dünya ile minimum boyutta ilişki kurması bana “Kavşak” (Yönetmen: Selim Demirdelen) filmindeki “Güven” (Güven Kıraç) karakterini hatırlattı. Kim bilir belki John’un da geçmişinde Güven’in yaşadığı gibi acı bir olay vardır. Yönetmen bu konuda hiç renk vermiyor.
  • Finalde John’un ölmesi açıkçası benim için sürpriz oldu. Billy’nin cenaze töreni için o kadar uğraşan John maalesef törene katılamadan hayata veda etti. Bu kurguyu, hayatın durgunluğuna, sıradanlığına, bilinmezliğine dair bir okuma olarak yorumladım.
  • Billy’nin bir arkadaşını ziyaret için huzurevine giden John’a, ikram edilen yemeğin her zaman yediği yiyecek çıkması hoş bir sahneydi. Ayrıca bunu John’un bir huzurevi ya da emekli yaşamı sürdürdüğüne dair bir okuma olarak da yorumladım.
  • John’un hayatı durgun olduğu gibi filmdeki genel yaşam, sokaklar, mekanlar da durgun. Bu açıdan iyi bir bütünlük oluşturulmuş sanırım.
  • Hep kravat takılı gördüğümüz John’u ilk ve son defa kravatsız görüyoruz. Belki de John’un bu durumuna alışık olmayan hayat gibi otobüs de bir anda afallayarak ona çarpıp ölümüne sebep oldu.

Öylesine

  • John May, hayattan durgun yemiş birisi.
  • “Durgun Hayatın Kavalcısı”
  • Kelly’ye abayı yakan John’un pozisyonu biraz “Kadın Gören Masum Köylü” gibi olmuş hani.

Attila Marcel

image

Filmin Künyesi:

ATTİLA MARCEL | ATTILA MARCEL | Yönetmen:  Sylvain Chomet / Oyuncular:  Guillaume Gouix (Paul / Attila Marcel), Anne Le Ny (Madam Proust), Bernadette Lafont (Annie Teyze), Hélène Vincent (Anna Teyze), Luis Rego (Bay Coelho), Fanny Touron (Anita), Kea Kaing (Michelle), Jean-Claude Dreyfus (Bay Kruzinsky), Cyril Couton (Doktor) / Fransa / 2013 / Renkli / 106´

Sinopsis:

Yönetmen Sylvain Chomet sinemaya, ilk canlı aksiyon filmi Attila Marcel ile dönüyor. Üstüne üstlük, geçtiğimiz yıllarda çektiği canlandırma Belleville’de Randevu ve The Illusionist / Sihirbaz adlı filmlerinde gördüğümüz yaratıcılığından ve görsel hınzırlığından bir adım olsun geri gitmemiş. Filmin ana karakteri, 30’lu yaşlarına gelse de aslında hep çocuk kalmış olan Paul. İki tuhaf teyzesiyle yaşıyor. Daha iki yaşındayken annesiyle babası ölmüş ve o günden bu yana ağzından iki kelime olsun çıkmamış. Paul’ün, teyzeleri kadar tuhaf bir de komşusu var: Madam Proust. İşte, Madam Proust günlerden bir gün annesiyle babasının aslında nerede olduğunu bildiğini söyleyince, Paul’ün hayatı baştan sona değişecek.

Artılar

  • Genel anlamda ortalamanın biraz üstü bir filmdi.
  • Oyunculukları başarılı bulmakla birlikte biraz teatral olduğunu da söylemeliyim.
  • Paul ve teyzelerinin yakın dostu olan kör amcamızın, merdivenleri çıkarken korkuluklardan birinin eksik olmasını bastonunun çıkardığı sesten anlaması ve bozuk yeri tamir etmesi güzel bir sahneydi.
  • Yan hikaye olarak işlenen Paul ve teyzelerinin dans dersi vermeleri filme olumlu anlamda katkı yaparak dinamizm sağlamış.
  • Karikatürize özellikler taşıyan Paul’ün teyzelerinin, hayal/rüya sahnelerinde bile aynı özelliği taşımaları güzel bir devamlılık olmuş.
  • Paul ve teyzelerinin bir hafta sonu daveti için misafir oldukları evde geçen sahneler ve diyaloglar iyiydi.
  • Madam Proust’un evindeki gizli bahçe olayı ve seansına gelen hastalarını/dostlarını bahçesindeki sebze/meyve ile uğurlama mizanseni enteresan bir uygulama olmuş.

Eksiler

  • Paul’ün konuşamama durumu ile ilgili geçmişte ne tür tıbbi girişimlerde bulunulmuş, hangi yöntemler uygulanmış bunlar hakkında pek bir bilgi sahibi olamıyoruz.
  • Madam Proust’un birdenbire Paul ve onun derdi ile yakından ilgilenmeye başlamasına pek anlam veremiyoruz.
  • Paul’ün birdenbire Madam Proust ile görüşmeleri kesmesini garip karşıladım.
  • Filme kısa bir süre dahil olan Doktor karakterinin biraz eğreti durduğunu düşünüyorum.

Keşif

  • Kemal Sunal’ın “Gülen Adam” (Yönetmen: Kartal Tibet) diye bir filmi vardı. Filmi izlerken o aklıma geldi. Buradaki karakterimiz Paul de “Konuşamayan Adam” bir bakıma. “Gülen Adam” filminde Kemal Sunal her şeye gülüyordu ta ki filmin sonunda yeni doğmuş çocuğunun geleceğini düşünüp ağladığı ana kadar. Burada da Paul neredeyse hayatı boyunca konuşamıyor ta ki filmin sonunda kızı “Baba” diye konuştuğu ana kadar.
  • Yönetmen filmin girişinde bizleri Marcel Proust’tan bir pasajla karşılıyor. Filmin içeriğinin bu pasaja sadık kalması, hatta Paul’ün hayatını değiştiren/etkileyen karakterin adının da Proust olması iyi bir uygulama olmuş.
  • Madam Proust’un parktaki bir ağacın kesilmesine engel olmaya direnmesi bana filmi izlediğim tarihlerde Edirne’de benzer bir direnişte bulunan Kıymet Teyze’yi hatırlattı.
  • Attila ile Anita arasındaki dövüşlü dans sahnesi ilginç bir uygulamaydı.
  • Paul’ün seans ritüellerinden birinden uyandıktan sonra piyanosunun üstündeki Beethoven büstüne sarıldığı sahne güzeldi.

Öylesine

  • Piyano yarışması ile ilgili teyzelerin gözünde bir “Çinliler Geliyor” sendromu yaşandı 🙂

Çöpçüler Kralı

image

8.5 out of 10 stars (8,5 / 10)

Filmin Künyesi:

ÇÖPÇÜLER KRALI | | THE KING OF STREETSWEEPERS |  | Yönetmen:  Zeki Ökten / Oyuncular: Kemal Sunal (Kapıcı Abdi Şakrak), Şener Şen (Zabıta Amiri Şakir), Ayşen Gruda (Hacer), Erdal Özyağcılar (Hacer’in Abisi), İhsan Yüce (Hacer’in Babası), Nezahat Tanyeri (Şakir’in Annesi), Türker Tekin (Kapıcı İsmail), Nejat Gürçen (Gazino Patronu), İlyas Salman (Kapıcı Şemsi), Nermin Özses (Hacer’in Annesi) / Türkiye / 1977 / Renkli / 90´

Sinopsis:

Çöpçüler Kralı, 70’lerin sonlarına denk gelen bir yapım olarak, dönemin ruhu gereğince sosyal sorunları merkezine alıyor. Filmde varlığı en çok hissedilen konu başlıklarından biri, köyden kente göç. Kapıcılar, sokak satıcıları, temizlikçiler, devlete bağlı mesleklerin en alt sınıfını temsil eden işçilerden çöpçü… Onlar, kentin yeni sakinleri. “Efendiler”, apartman dairelerinde oturuyor. Gerçi onlar da büyükşehir kültüründen fazlaca nasiplenmemiş görünüyor. Yine de, adeta aristokrat kibriyle, buyurganlıkta ileri gitmekten çekinmiyorlar. Devlet memuru olmaktan müthiş gurur duyan, ancak kişisel hayatında bir “ana kuzusu” olmaktan öteye gidemeyen zabıta memuru ise mahallenin yöneticisi gibi davranıyor. Mahalle içindeki aşk ilişkilerinin gidişatını belirleyen tek bir şey var: Kaygan bir zeminde her an değişmeye hazır haldeki sosyal statü.

Artılar

  • Kemal Sunal’ın en çok sevdiğim filmlerinden biridir.
  • Oyunculuklar, senaryo, reji hemen hemen her şey belirli bir çıtanın üstünde.
  • Kapıcı İsmail rolünde Türker Tekin filme önemli katkılarda bulunuyor.
  • Hacer, Hacer’in babası, kardeşleri rollerinde Ayşen Gruda, İhsan Yüce, Erdal Özyağcılar bu filmde döktürüyorlar hakikaten.

Eksiler

  • Bakkal, manav ve kasap üçlüsü filmin içerisine keşke biraz daha dahil olsalardı.
  • Sokaktaki yaşama hakim oluyoruz ama yaşamın apartman içerisindeki yansıması biraz eksik kaldı sanki.

Keşif

  • Filmin sonunda Abdi’nin ve de hayatın aslında kendini tekrar ettiğini görürüz. Hacer gitmiştir. Apartmana yeni bir hizmetçi kız gelmiştir. Heyecan yeninden başlamak üzeredir belki de.
  • Film içerisinde çok küçük gibi gözüken ama mizahi olarak bambaşka boyutlar katan şu sahneleri unutmak mümkün mü?
    1. Bir apartman sakininin sokağa tükürme zamanından saatin 07:30 olduğuna kanaat getirilmesi.
    2. Şikayetlerini gazeteye yazarak ileten emekli amcamız.
    3. Çöpleri pencereden aşağıya fırlatan teyzemiz.
  • Abdi’nin, Hacer’in temizlik yaptığı pencerenin dibinde ona serenat yaptığı sahne çok güzel. Abdi’nin yanık türküsü, Hacer ve Şakir’in annesi arasındaki evlilik ile ilgili konuşmalar ve sonunda su dolu kovanın Abdi’nin kafasına geçmesi. Bu sahnede Kemal Sunal’ın mimikleri oldukça enfes. Hacer ile ilişkilerinin falına bakması da tabi gözlerden kaçmadı 🙂
  • Abdi ve Hacer ekmek kuyruğundalar. 10 ekmek olunca iş değişiyor tabi. “Kuyruk gelecek yerden ekmek esirgenmez” ne de olsa 🙂
  • Aile meclisinde Hacer’in Şakir ile olan evlilik konusunun tartışıldığı dokunaklı sahnede abi Erdal Özyağcılar’dan gelen muhteşem öneri: “Anasını mı vursak baba?”
  • Abdi ile Hacer’in parktaki tahterevalli sahnesi. Bu sahnede kameranın, Hacer’in ve Abdi’nin yüzlerini tahterevalli hareketi ile paralel şekilde çekmesi güzel bir uygulama olmuş.
  • Abdi’nin Hacer’i istemeye gittiği sahnedeyiz. Tipik bir aile içi ev hali. Kadınlar mutfakta yemekle uğraşırken, baba otoritesi altındaki 3 kocaman erkek kardeş tek göz divanda yan yana dizilmişler. Abdi işin romantizmi peşinde türküler söylerken; baba “Sen Türkülerini Söyle” diyerekten Abdi’nin tabağındaki köftelerin peşindedir.
  • Kapıcı İsmail’in dolduruşu ile gaza gelen Abdi, Hacer’i kaçırmaya çalışır ve amansız bir kovalamaca başlar. Hacer’in abileri ve babasının Abdi’yi kovalamaya teker teker dahil olması çok iyi bir uygulama olmuş. Baba İhsan Yüce, 0-100’ü kaç saniyede koştu öyle 🙂 Büyük abi Erdal Özyağcılar’ın tam iş üstündeyken konvoya dahil olarak enselenmesinin dayanılmaz hafifliği anlatılmaz 🙂
  • Hacer’in evliliği ile ilgili ailenin kafası çok karışık. Benim sayabildiğim kadarı ile rota aşağıdaki gibi gelişti.
    1. Şakir
    2. Abdi
    3. Şakir
    4.Abdi
    5. Şakir (Nihayet bu sefer tamam)
  • Abdi’nin kısa şarkıcılık macerası da ayrı bir alem. Yanlışlıkla kendini sahnelerde bulunan Abdi ilk deneyimi başarı ile atlatırken, daha sonra özüne döndüğünde iş fiyasko ile sonuçlanıyor. Gazino patronu da aslında şu repliği ile özetliyor belki de Abdi’nin şarkıcılık kariyerini: “Sana dedim ben bu ayıdan şarkıcı olmaz diye.”

Öylesine

  • “Deli kız neyimi beğendi o zaman”, filmden bir replik.
  • “Belli oluyor 10 ekmeği kimin yediği”, filmden bir replik.
  • “Lan oğlum, kendini ıslatıncaya kadar söyledin be”, filmden bir replik.
  • “Güzel adamım vesselam. Allah övmüş de yaratmış”, filmden bir replik.

Medealar

image

Filmin Künyesi: MEDEALAR | MEDEAS| MEDEAS | Yönetmen:  Andrea Pallaoro / Oyuncular: Catalina Sandino Moreno (Christina), Brian F. O´Byrne (Ennis), Kevin Alejandro (Noah), Ian Nelson (Micah), Mary Mouser (Ruth), Mary Knight (Jacob), Jake Vaughn (Jonas) / A.B.D / 2013 / Renkli / 97´

Sinopsis:

Medealar, ılık bir yaz akşamında pastoral bir aile portresiyle başlıyor. Zaten, bu aileyi son kez mutlu ve bir arada görüşümüz. Ödüllü sinema ve tiyatro yönetmeni Andrea Pallaoro’nun bu ilk uzun metrajlı filmi, çalışkan ve cesur mandıracı Ennis ile kulağı duymayan karısı Christina’nın, sıkıntıları arttıkça birbirlerinden ve beş çocuklarından adım adım kopuşunu izliyor. Prömiyeri Venedik Film Festivali’nin “Ufuklar”bölümünde yapılan Medealar’da yabancılaşma, samimiyet, tutku, umutsuzluk ve gönül yarasının nasıl algılandığı mercek altına alınıyor.

Artılar

  • Şiirsel bir film olmuş.
  • Bir ilk film olarak bence gayet başarılı.
  • Sahnelerdeki ve görüntülerdeki dinginliği beğendim.
  • Filmde müzik kullanmama tercihini beğendim.
  • Annenin yalnız başına olduğu ve Jacob-Jonas kardeşlerin yalnız oldukları sahneleri özellikle beğendim.

Eksiler

  • Annenin, sevgilisi ile buluşmaya yanlarına çocukları da alıp gitmesi ve onları hemen karavanın dışarısında oynamaya bırakması çok basit bir uygulama gibi geldi bana.
  • Yönetmen ailedeki tüm bireylere özelde yer vermeye çalışmış ama aile kalabalık olunca karakterlerde derinleşme imkanı pek bulamıyoruz.
  • Yaşadıkları köyde/kasabada hiç komşuları ile iletişim halinde görmüyoruz ailemizi. Oysaki çok da dışarıya kapalı bir aile imajı vermiyor gibi geldi bana.

Keşif

  • Film bana bölüm bölüm Hirokazu Koreeda filmlerini hatırlattı. Kalite anlamında onun filmlerinin daha altında şimdilik. Ve daha sakin ilerleyen bir film.
  • Anneyi oynayan Catalina Sandino Moreno’yu sima olarak Bergüzar Korel’e benzettim.
  • Ailemizde bir “Üç Maymun” olayına tanık oluyoruz diye düşünebiliriz. Anne, sağır olduğu için işitemiyor; Baba, zaman zaman gözüne kaçan tozlar nedeniyle olayları net göremiyor; Jacob ise annesinin babasını aldatması ile ilgili konuşamıyor.
  • Ailemizin çiftliği gördüğüm kadarı ile büyük ve çok sayıda hayvan var. Bu kadar işin altından babanın tek başına kalkması garip. Belki de altından kalkamıyor aslında. Annenin hiç çiftlik işlerine yardım etmediğini görüyoruz. Gerçi annede 5 çocuk bir de yolda bekleyen var nasıl yardım etsin orası da ayrı bir konu.
  • Filmin sonunda yemek masasının üzerine konan kuş güzel bir uygulama olmuş. Talihsizlik kuşu ya da anne için talih de olabilir bakış açısına bağlı olarak.

Öylesine

  • “Sağır duymaz aldatır.”
  • Kadın ses etmiyor diye o kadar da çocuk yapılmaz ki 🙂

Hrustalyov, Arabamı Getir!

image

Filmin Künyesi:

HRUSTALYOV, ARABAMI GETİR! | KHRUSTALYOV, MASHINU!| KHRUSTALYOV, MY CAR!  | Yönetmen:  Aleksey German / Oyuncular: Yuriy Tsurilo (General Klensky, Yu. Tsurilo), Nina Ruslanova (N. Ruslanova), Mikhail Dementyev (Çocuk, M. Dementyev), Aleksandr Bashirov (Idiot, A. Bashirov) / Rusya / 1998 / Siyah-Beyaz / 137´

Sinopsis:

Görsel anlamda çarpıcı ve son derece kışkırtıcı bir karabasan bu. Stalin rejiminin akıl tutulmasına uğramış son günlerini dehşet içinde anan bir film. Utanç verici “Doktorlar Davası”ndan yola çıkan German, Yahudileri tasfiye etmek amacıyla yapılan operasyonda Gulag’a sürülen, Kızıl Ordu generallerinden ve aynı zamanda ünlü bir beyin cerrahı olan Yuri Glinşi’nin öyküsünü anlatıyor. Yönetmen German, insanı kahreden, hiçbir kanaatin asla değişmediği o acı günlerin gergin havasını yaratmak için, oldukça keskin görsel ve duysal etkiler yaratmış.

Artılar

  • Kalabalık bir oyuncu topluluğu ve bununla birlikte mekan yönetimi oldukça başarılı.

Eksiler

  • Yok, olmuyor. Aleksey German filmleri benim harcım değil sanırım.
  • Belki benden ötürü ama filmde senaryoya ya da hikaye akışına tam olarak vakıf olmak pek mümkün değil.

Keşif

  • Gazetecinin şemsiyesinin iki kez kendiliğinden açılıp üçüncüde açılmamasını ilginç bir uygulama olarak buldum.
  • General Klensky sima olarak bana “Üç Arkadaş” (Yönetmen: Memduh Ün) filmindeki “Osman Büyükbulut” karakterini canlandıran Altan Günbay’ı hatırlattı.

Öylesine

  • Bulunamadı.

Gemide

image

Filmin Künyesi:

GEMİDE | ON BOARD | Yönetmen:  Serdar Akar / Oyuncular: Erkan Can (Kaptan İdris), Ella Manea (Bakire Güzel), Haldun Boysan (Kamil), Naci Taşdöğen (Boksör), Yıldıray Şahinler (Ali), İştar Gökseven (Makor) / Türkiye / 1998 / Renkli / 112´

Sinopsis:

Film, bir hayat kadınını (Ella Manea) kaçırıp gemilerine getiren dört denizcinin hikayesidir. Tekinsiz Laleli gecesini saymazsak tüm film boğaz açıklarında demirlemiş bir gemide geçer. Serdar Akar’ın gemisi, suçu kadında değil birbirine çelme takmaya çalışan erkek çetesinde arayışıyla Akad’ın rıhtımına yakın durur. Gemiye zorla getirilen kadının dilimizi bilmeyen bir yabancı oluşu, sadece Güner’in hikayesine değil, konuşturmadığımız, dinlemediğimiz, anlamadığımız bütün kadınların hikâyesine dokunur. Kötülerle iyiler birbirine karışır, savaş içimizde sürer gider. Ne İstanbul’a bahar gelme ihtimali ne de bizim düşmüş kadını kurtarma umudumuz kalmıştır; karanlığa küfrederiz. Bu iki filmi birlikte izlemek, özellikle mekan kurgularındaki özene ve karakterlerdeki değişime rağmen ortak olan dertlerine bakmak açısından kaçırılmaz bir fırsat.

Artılar

  • Oyunculuklar çok iyi.
  • Diyaloglardaki argo ve küfürlü konuşmalar yerindeydi.

Eksiler

  • Laleli’deki dış mekanlarda yapılan çekimlerde müziğin sesi keşke biraz daha alçak olsaydı.
  • Boksör lakabı açıklığa kavuşsaydı da merakımızı giderseydik.

Keşif

  • Tamamen erkek egemenliğinin hakim olduğu bir film. Filmde tek kadın karakter var onun da sesini ilk defa kendisine bıçak saplanmadan hemen önce duyuyoruz. Tabii tecavüz edildiği sıralarda istemsiz çıkardığı sesleri saymazsak.
  • Boksör’ün olayın aslını anlattığı sahnede ibne kelimesini telaffuz ettiği sırada Kamil’in kaleminin kırılmasını manidar buldum.
  • “Açım Kamil, Aç !”, filmden bir replik.
  • Kaptan İdris’in kıza elini sürmeyi aklından bile geçirmemesi insanlık/erkeklik ölmedi dedirtiyor.
  • Erkeklerin beyinleri yerine malum yerleri ile düşünmeleri sonucunda ortaya neler çıkabileceğine ilişkin deneysel bir çalışma izledik.
  • Kaptan İdris diyor ki bu dünya iki şeyden yıkılacak: Bina ve Zina. Binayı, kendilerinin denizden kum çekmelerinde görürken; zinayı da kaçırdıkları kadınla olan ilişkilerinde görüyoruz.

Öylesine

  • “Gemide olan gemide kalır.”
  • “Kadın gemide durduğu gibi durmuyor.” 
  • Kaptan İdris’in betimlemesiyle kendisi geminin Başbakanı. Keşke gemide Cumhurbaşkanı da olaymış bir tane.
  • “Biz kadınsız kaldık.”

Yalnızlar Rıhtımı

image

Filmin Künyesi:

YALNIZLAR RIHTIMI | PORT OF THE LONELY |  | Yönetmen:  Ö. Lütfi Akad / Oyuncular: Çolpan İlhan (Kontes Güner), Sadri Alışık (Rıdvan Kaptan), Turgut Özatay (Ali), Melahat İçli (Melahat), Sadettin Erbil (Kıl Şükrü), Kamuran Yüce (Sarı), Ahmet Tarık Tekçe (Rıfat), Osman Alyanak (Feyzullah), Yavuz Yalınkılıç (Sabri), Rıza Tüzün (Simon), Kemal Edige (Cıvık Hamdi) / Türkiye / 1959 / Siyah-Beyaz / 113´

Sinopsis:

Üzerinde üstünkörü tartışılmış ama değeri pek bilinmemiş bu iki film, sinemamızın en özgün ve ustaca işlenmiş hikayelerinden. Akad’la Akar’ı birlikte izlemek unutulmaz bir deneyim olacak. Yalnızlar Rıhtımı, açıklarda tek başınayken huzur bulan Kaptan Rıdvan’la (Sadri Alışık), bar şarkıcısı “Kontes” Güner’in (Çolpan İlhan) hüzünlü hikayelerini anlatır. Senaryo, şair Atilla İlhan tarafından (Ali Kaptanoğlu takma adıyla) İzmir Pasaport Limanı düşünülerek yazılmıştır. Filmin Ömer Lütfi Akad’ın tercihiyle İstanbul’da çekilmesi, iki şehrin limanları arasındaki fark sebebiyle zamanında eleştirilere konu olmuşsa da, filme özgün ve dokunaklı bir mekan kurgusu kazandırmıştır. Film boyunca gittiğimiz her yerde karanlığın ortasında buluruz kendimizi. Böylece karakterlerin içinde bulunduğu duygusal yalnızlık görsel bir karşılık bulur. Filmin düşmüş kadın hikayesine yaklaşımında hem Karafilm türü etkisi hem de Şiirsel Gerçekçiliğin izlerini görmek mümkündür. Bu melezlik famfatalsiz bir karafilm yaratmış, suçu bir kadına atmak yerine birbirini kazıklayan erkeklerin sinsi ve yalancı hallerini görünür kılmıştır. Akordeon ve tangoya rağmen, karakterlerin tüm insanlığa mal olmuş çaresizliği hayli yerlidir.

Artılar

  • Oyunculuklar harika.
  • Feyzullah rolünde Osman Alyanak filme önemli bir katkı yapmış her filminde olduğu gibi.
  • Senaryo, özellikle de diyaloglar çok kuvvetli.

Eksiler

  • Bulunamadı.

Keşif

  • Para çantasının aşırı doluluk nedeni ile arada bir kendiliğinden açılması çok ince bir uygulama olmuş. Hem filme mizahi anlamda katkı yapmış hem de filmin sonuna ilişkin alarm veren bir saatli bomba görevi üstlenmiş.
  • Feyzullah’ın arada bir hap içmesini “Hapı yuttuk” anlamında da okuyabilir miyiz diye düşündüm.
  • Ana temanın aşk olduğu, Rıdvan-Güner, Güner-Ali ve Ali-Rıdvan arasında geçen karşılıklı sahnelerde diyaloglardaki edebi üslup ve derinlik çok iyi.
  • Rıdvan-Güner çiftimizi biraz da “Sevmek Zamanı” (Yönetmen: Metin Erksan) filmindeki Halil-Meral (Müşfik Kenter, Sema Özcan) çiftine benzettim. Rıdvan önceleri aslında kendi yalnızlığının suretine aşık. Daha sonra o suretin yerini Güner alıyor.
  • “Yalnızlığım bir limana girince başlıyor benim.”, Rıdvan Kaptan’a ait bir replik.
  • Elindeki para dolu çanta ve Şükrü ile beraber kayığa doğru yürüyen Feyzullah, havanın bozması üzerine “Rahmet geliyor” diyor. Ne güzel ironidir bu.
  • Feyzullah’ın para dolu çantayı kendisinden başkasının taşımasına izin vermemesi ve ortakların her azalışında payına düşen hissenin artmasını düşünmesi gibi noktalar bana “Köyden İndim Şehire” (Yönetmen: Ertem Eğilmez) filmindeki kardeşlerin altın çuvalı ile olan maceralarını anımsattı.
  • Şükrü’nün tutkular üzerine yaptığı felsefi yorumlar ve bu bağlamda ortaklarının profilini betimlediği sahne güzeldi.  Ali (Kendine tutkun) ; Şükrü (Kadına tutkun) ; Feyzullah (Paraya tutkun)
  • Güner ile sahilde buluşan Rıdvan’ın kumdan ev yaptığı sahne oldukça manidar. Ev, onun düşüncesinde Güner’in hasret olduğu şey.
  • “İçindeki acıya içelim.”, filmden bir replik.

Öylesine

  • “Para çantada durduğu gibi durmuyor”.
  • Dini bütün Feyzullah Efendi kaçakçılık ile ilgili toplantı için yatsı namazı sonrasını seçiyor. Nafile olarak kaçakçılık yaptığı için herhalde 🙂