Stromboli

image

Filmin Künyesi:

STROMBOLI | Yönetmen:  Roberto Rossellini  / Oyuncular: Ingrid Bergman (Karen), Mario Vitale (Antonio), Renzo Cesana  / İtalya / 1950 / Siyah-Beyaz / 81´

Sinopsis:

Roberto Rossellini’yle İngrid Bergman arasındaki ilk işbirliği, volkanik bir adanın fon olarak kullanıldığı, bir kadının varoluşsal krizinin anlatıldığı son derece etkileyici bir portre. II. Dünya Savaşı’nın ardından Litvanyalı bir göçmen (Bergman), savaş esiri kampında tanıştığı basit bir İtalyan balıkçısıyla (Mario Vitale) evleniyor ve birlikte kocasının Sicilya açıklarında ıssız bir adadaki köyüne gidiyorlar. Dünyadan kopunca duygusal olarak çökmeye başladığını hissediyor, ama dramatik bir uyanış onu bekliyor. Yönetmenin alameti farikası olan yeni-gerçekçiliği (balıkçıların yaşamı ve işlerinin anlatımı) derinden hissedilmiş bir melodramla dengeleyen Stromboli, tam bir aydınlanma.

Artılar

  • Ingrid Bergman’ın oyunculuğu oldukça başarılı.

Eksiler

  • Karen’in daha adım atar atmaz köyü beğenmemesi ve hemen geri dönmek istemesi bana biraz garip geldi. Keşke biraz zaman geçtikten sonra bu tepki bize gösterilseydi.
  • Karen’in köyden ve Antonio’dan kaçabilmek adına fener bekçisi ile yakınlaşmasını yadırgadım 🙂
  • Karen ve Antonio’nun köye ilk vardıkları andan itibaren filme bir süre eşlik eden müziği olumsuz buldum.
  • Büyük aşıklar olarak tanıştırıldığımız Karen ve Antonio çiftini bir öpüşürken göremedik 🙂

Keşif

  • Karen’in Peder ile daha iyi anlaşması ve onunla kısa süreli yakınlaşması bana “Aşkın İzleri” (Yönetmen: Terrence Malick) filmindeki Marina (Olga Kurylenko) ile Peder Quintana (Javier Bardem) arasındaki yakınlaşmayı hatırlattı.
  • Karen’in Peder ile kayalıkların orda konuştukları sahne güzeldi.
  • Yönetmenin balıkçıların gündelik yaşantılarına ilişkin detayları bizlerle paylaşmasını başarılı buldum.
  • Büyük balıkların avlanmasına ilişkin sürecin gösterildiği sahne güzel ve anlamlıydı. Bu süreci Karen de izliyor bu arada. Karen’in yüzüne doğru ara ara suların fışkırması onun daha da korkmasına ve bunalmasına yol açıyor.
  • Karen’lerin evine tadilat için gelen Amerikalı yaşlı amcalar hoştu.
  • Birdenbire yanardağın aktif hale gelmesi ve kül yığınlarının köyün üstüne salınması belki de bir anlamda doğanın Karen-Antonio çiftinin ilişkisinin bitimine ve/veya avlanan onca balığın diyetine dair bir mesaj olarak da okunabilir.
  • Tanrı ile arasının pekiyi olmadığı Karen’in finalde yanardağın orta yerinde Tanrı’ya yalvarması manidar.
  • Karen’in yanardağın eteklerinde, kayalıklarda dolaştığı bölümler “Serüven” (Yönetmen: Michelangelo Antonioni) filminde Anna’nın (Lea Massari) kayboluşa giden yolunu hatırlattı.
  • Köylünün Karen’e muamelesi biraz bana “Yatık Emine” (Yönetmen: Ömer Kavur) filminde köylünün Emine’ye (Necla Nazır) olan davranışlarını hatırlattı. Yatık Karen

Öylesine

  • “Stromboliyi kül aldı,
    Bir yar sevdim lav aldı.”
  • “Bir Balıkçıya Gönül Verdim”
  • Antonio der ki: “İlkelim ama Karen bende”
  • “Neden geldim Stromboliye,
    Tutuldum kaldım avare.”
  • “Yanardağlar Kızı Karen”
  • “Yanardağda Var Bir Kadın”

Hemşehri

image

Filmin Künyesi:

HEMŞEHRİ | PAISA | PAISAN | Yönetmen:  Roberto Rossellini  / Oyuncular: Carmela Sazio (Carmela, Epizod 1 ), Robert Van Loon (Joe, Epizod 1), Harold Wagner (Harry, Epizod 1), Merlin Berth (Merlin, Epizod 1), Mats Carlson (Swede, Epizod 1), Dots Johnson (Joe, Epizod 2), Alfonsino Pasca (Pasquale , Epizod 2), Maria Michi (Francesca , Epizod 3), Gar Moore (Fred, Epizod 3), Harriet Medin (Harriet, Epizod 4), Renzo Avanzo (Massimo, Epizod 4), William Tubbs (Kaptan Bill Martin, Epizod 5), Dale Edmonds (Dale, Epizod 6), Lorena Berg (Amalia, Epizod 3), Elmer Feldman (Kaptan Feldman, Epizod 5), Newell Jones (Kaptan Jones, Epizod 5), Anthony La Penna (Tony, Epizod 1)   / İtalya / 1946 / Siyah-Beyaz / 120´

Sinopsis:

Yeni gerçekçiliğin kilometre taşlarından olan Hemşehri, Rossellini’nin Savaş Üçlemesi’nin ikinci filmiydi (Roma Açık Şehir’den sonra) ve Alfred Hayes’e Akademi Ödülü adaylığı kazandırmıştı. Film, her biri ayrı bir yazar tarafından yazılan (içlerinden biri Federico Fellini’ydi) altı bölümde, müttefiklerin II. Dünya Savaşı sırasında İtalya’yı işgalini anlatıyor. Po Vadisi’nde Almanlarla İtalyan direnişçileri arasındaki savaşı anlatan son bölümse, neredeyse hiç konuşmanın olmadığı dehşetli bir gerilim sunuyor.

Artılar

  • Epizot 3’te Maria Michi oldukça başarılıydı. Savaş temalı bu filmde kısa da olsa bir aşk masalına da tanıklık etmiş olduk bu bölümde.
  • Epizot 4’te oyunculuklar ve hareketli kamera çekimleri başarılıydı.

Eksiler

  • Bu tür epizotlara ayrılmış filmleri genelde pek sevmem.

Keşif

  • Epizotları beğeni sıralamam şu şekilde: 4 > 5 > 3 > 1 > 6 > 2
  • Epizot 6’daki bir sahne oldukça etkileyiciydi. Herkesin katledildiği bir ortamda ağlayan bir çocuğu görüyoruz bu sahnede.
  • Bir manastırda geçen Epizot 5 filmin hem en ruhani hem de en mizahi bölümüydü. Bu bölümde özellikle kameranın yüz çekimlerinde oldukça başarılı kullanıldığını düşünüyorum.
  • Epizot 5’ten bir replik: “Dünya bizim kilisemiz”
  • Amerikalı din adamlarından ikisinin Protestan ve Yahudi oldukları öğrenilmesinden sonra manastırda kısa süreli yaşanan kriz sahneleri güzeldi.
  • Epizot 5’te Peder, yiyeceklerinin yeterli olmadığını ama bir şekilde hallolacağını söyler. Sonrasında hem manastırın komşuları onlara yemek getirir hem de Amerikalılar yanlarında getirdikleri yiyecekleri paylaşırlar. Burada yemek konusunun hallediliş şekli bana biraz ütopik geldi.
  • Epizot 4’te olağanca hızıyla yaşanan savaşın ortasında yönetmen ironiyi de elden bırakmayarak mizahi dokunuşlar yapıyor filme. Çatı katında kafalarının üzerlerinde mermiler uçuşurken güneşten korunmak için başını örtmeyi düşünen karakter vb. gibi sahneler var bu bölümde.

Öylesine

  • Bulunamadı.

Aylaklar

image

Filmin Künyesi:

AYLAKLAR | I VITELLONI | Yönetmen:  Federico Fellini  / Oyuncular: Franco Interlenghi (Moraldo Rubini), Alberto Sordi (Alberto), Franco Fabrizi (Fausto Moretti), Leopoldo Trieste (Leopoldo Vannucci), Riccardo Fellini (Riccardo), Leonora Ruffo (Sandra Rubini), Jean Brochard (Francesco Moretti), Claude Farell (Olga), Carlo Romano (Michele Curti), Enrico Viarisio (Signor Rubini), Paola Borboni (Signora Rubini), Lída Baarová (Giulia Curti), Vira Silenti (Gisella), Maja Niles (Caterina) / İtalya / 1956 / Siyah-Beyaz / 92´

Sinopsis:

Beş genç adam, ergenlik sonrası belirsizliği içinde macera hayalleri kurar ve yaşadıkları küçük sahil kasabasından kaçarlar. Onları şımartan ailelerinden aldıkları paraları içkiye, kadınlara ve yerel bilardo salonuna harcayarak vakit geçirirler. Fellini’nin bu ikinci filmi, kalemle çizilmiş karakter eskizlerinden oluşan yarı özyaşamöyküsel bir başyapıt: Hamile bıraktığı kızla evlenmek zorunda kalan kadın avcısı Fausto; hep çocuk kalacak Alberto; şöhrete susamış yazar Leopoldo; grubun tek vicdan sahibi üyesi Moraldo. En İyi Özgün Senaryo dalında Akademi Ödülü kazanmış, uluslararası üne sahip Aylaklar, yaşamlarının anlamını bulmak için uğraşan bir grup kasaba boştagezerinin yaşamlarından bir yılı sevecenlikle sergiliyor.

Artılar

  • Filmi genel anlamda beğendim.
  • Filmin mizahi unsurları dramatik yapıya zarar vermeden ölçülü bir şekilde kullanılmış.
  • Oyunculuklar başarılıydı.

Eksiler

  • Moraldo’nun, kardeşi ile evli olan arkadaşı Fausto’nun çapkınlıklarına hiç ses çıkarmamasını garip buldum.
  • Fausto’nun babasının, eşi Sandra’nın ailesi tarafından dışlanmasına pek anlam veremedim.

Keşif

  • Leopoldo ve onun yazmış olduğu tiyatro oyununu sonuna kadar dinleme hatasını yapan 🙂 ünlü tiyatro oyuncusunun, dış mekanda yoğun rüzgar uğultusu altında oynadıkları karşılıklı sahne güzeldi.
  • Karnaval sahnesi çok iyi çekilmiş.
  • Filmimizdeki beş genç adamın oluşturduğu grup bana bizim filmlerimizden benzer arkadaş gruplarının yer aldığı şu filmleri hatırlattı:
    “Vay Başımıza Gelenler” (Yönetmen: Zeki Alasya)
    “Mavi Boncuk” (Yönetmen: Ertem Eğilmez)
    “Varyemez” (Yönetmen: Orhan Aksoy)
  • Roma’dan bıyıklı olarak dönen Fausto’da bir Nuri Alço havası da vardı hani 🙂 Bu durumda Sandra’ya da Ahu Tuğba olmak düşüyor.
  • Fausto’nun antika dükkanında çalıştığı sıradaki sakarlıkları ve patronla olan ilişkisi bana, “Keloğlan Aramızda” (Yönetmen: Sırrı Gültekin) filminde Keloğlan (Rüştü Asyalı) ile çalıştığı zücaciye dükkanının patronu arasındaki ilişkiyi hatırlattı.
  • Fausto’nun daha önce Sandra ile gittiği sinemada gördüğü gizemli kadına Sandra’yı arama çalışmaları sırasında tekrar rastlaması manidardı.
  • Son sahnede trenle ayrılan Moraldo’yu görüyoruz. Tren vagonlarının ilerleyişine paralel olarak kamera bizlerde gruptaki diğer kişileri uyurken gösteriyor. Güzel bir uygulamaydı bu.

Öylesine

  • Bulunamadı.

İtalya’ya Yolculuk

image

Filmin Künyesi:

İTALYA’YA YOLCULUK | VIAGGIO IN ITALIA | JOURNEY TO ITALY | Yönetmen:  Roberto Rossellini  / Oyuncular:  Ingrid Bergman (Katherine Joyce), George Sanders (Alexander ‘Alex’ Joyce), Maria Mauban (Marie Mauban), Paul Muller (Paul Dupont), Anthony La Penna (Tony Burton), Natalia Ray (Natalie Burton), Jackie Frost (Betty)  / İtalya / 1954 / Siyah-Beyaz / 97´

Sinopsis:

Homer Amca’nın evini satmak için Napoli’ye giden Londralı iş adamı George Sanders ve karısı Ingrid Bergman, sekiz yıllık bir evliliğin ardından konuşacak neredeyse hiçbir şeylerinin kalmadığını görüyor. Pazarlık uzadıkça, Bergman ona aşık olan ama çok genç yaşta ölen bir şairi hatırlıyor, Sanders işten uzak kaldığı için yakınıyor, sonunda da ayrılıyorlar – Bergman Müze’deki heykellerin yalınlığına, Vezüv kraterlerindeki iyonlaşmaya ve mezarlıktaki iskeletlere bakmaya gidiyor, Sanders ise Capri’deki arkadaşlarıyla takılıyor, kendisinden uzaklaşmış karısını gönülsüzce takip ediyor, çekici bir fahişeden yakasını kurtarmaya çalışıyor; ikisi de sonunda Pompeii’nin ölülerinin alçı kalıplarına bakmak için bir araya geliyor. Pek az şey oluyor, ama bir evliliğin inceden inceye çözülmesini görüyoruz. Kurtarmak için bir mucize mi gerekli? Rossellini ve Bergman’ın kendi evlilikleri de parçalanıyordu, dolayısıyla burada anlatılanlar salt kurgudan öte şeyler, zaman ve ölümlülük karşısında kırılgan bir birlikteliğin acı verici derecede içten bir anlatımı söz konusu.

Artılar

  • Ingrid Bergman ve George Sanders ikilisinin oyunculukları başarılı.
  • Katherine’nin müze ziyaretleri sırasında kullanılan müzikler iyiydi.
  • Katherine ve Alex çiftinin evliliklerinde gelmiş oldukları noktaya dair tespitlerini içeren diyaloglar oldukça başarılıydı.

Eksiler

  • Filmin sonunu biraz popülist buldum.

Keşif

  • Filmden bir replik: “Bazen bir insanın öksürüğü konuşmasından daha çok şey anlatabilir”
  • Katherine karakterinde “Gece” (Yönetmen: Michelangelo Antonioni) filmindeki Lidia (Jeanne Moreau) ile “Serüven” (Yönetmen: Michelangelo Antonioni) filmindeki Anna (Lea Massari) karakterlerinin bir karışımını gördüm.
  • Katherine’nin Dük ziyareti için giydiği siyah iddialı kıyafeti anlamlı buldum.
  • Katherine’nin film içerisinde yapmış olduğu müze/tarih ziyaretleri hem onun hem de bizlerin ruhlarımızdaki boşlukları doldurur nitelikteydi.
  • Tarihi gezilerde bu sefer  bir yanardağ kraterine uğruyoruz. Tur rehberi burada iyonlaşmanın etkisini ve gücünü gösteriyor. Burada etkiden kasıt, krater alanındaki bir noktada gaz açığa çıkarıldığı zaman yanardağın her noktasında gaz çıkışı görülmeye başlanması. Ben buradaki sahneyi bir de Katherine  ve Alex arasındaki ilişki açısından okudum. Sönmüş yanardağ krateri burada ikilimizin ilişkisini temsil ediyor. Hangi ortamda olursa olsunlar çiftimizin yaptığı en ufak bir tartışma, sonrasında ilişkilerinin tüm çehresinde gözlenebiliyor.
  • Kafataslarının sergilendiği yeraltı mezarlığı dehşet vericiydi.
  • Pompeii’de geçen son tarihi ziyaret de oldukça güzeldi. Rehber, çiftimize Pompeii’nin ölülerinin alçı kalıplarını göstermeye çalışıyor bir sahnede. Çıkan kalıplar bir kadın ve erkeğe ait. Katherine oldukça etkileniyor o kalıpları görünce. Belki de kendini ve Alex’i görüyor onların yerinde.
  • Katherine’nin müze ziyaretlerine yoğunlaşmasında ilk aşkı Charles’in ve onun şiirlerindeki kasvetli romantizmin etkisi olduğunu düşünüyorum.

Öylesine

  • “Tarihe Yolculuk”

May’ın Yazı

image

Filmin Künyesi:

MAY´IN YAZI | MAY IN THE SUMMER | Yönetmen:  Cherien Dabis  / Oyuncular:  Hiam Abbass (Nadine), Cherien Dabis (May), Nadine Malouf (Yasmine), Elie Mitri (Karim), Ritu Singh Pande (Anu), Bill Pullman (Edward), Nasri Sayegh (Tamer), Alia Shawkat (Dalia), Alexander Siddig (Ziad)  / Ürdün / 2013 / Renkli / 100´

Sinopsis:

Neresinden bakarsanız bakın, May mükemmel bir kadın: Zeki, çok güzel, yeni çıkan kitabı ortalığı kasıp kavuruyor ve kısa süre sonra, New York’lu seçkin bir akademisyen olan nişanlısıyla dünyaevine girecek. Ancak, May düğün için memleketi Ürdün’ün başkenti Amman’a adım attığında, küçük kız kardeşleri ve neredeyse tarih öncesinde boşanmış olan annesiyle babasının arasındaki, saymakla bitmez ailevi ve kültürel çatışmalarla burun buruna geliyor ve derhal, bu evlilik kararının doğru bir karar olup olmadığını sorgulamaya başlıyor. Ödüllü yönetmen Cherien Dabis’in (Amreeka) bu yeni çalışması, Sundance Film Festivali’nin dramatik bölümünün açılış filmiydi.

Artılar

  • Filmdeki oyunculuklar genel anlamda başarılı. Hiam Abbas ve Cherien Dabis birer adım öne çıkıyorlar.

Eksiler

  • May ve Karim’i birden tenis maçı yaparken buluyoruz filmin bir sahnesinde. Bana zamanlaması biraz yanlış gibi geldi.

Keşif

  • May’ın film içerisindeki kararsız ve tedirgin hali ismi ile de uyum olmuş 🙂
  • Hiam Abbas’ın başrolde olduğu “Limon Ağacı” (Yönetmen: Eran Riklis) filmini de beğenmiştim. Tavsiye ederim.
  • Amman şehrinden görüntüler film içerisinde güzel bir şekilde kullanılmış.
  • May, Amman sokaklarında spor kıyafetlerle koşu yaparken etrafın (özellikle de erkeklerin) ona garip bir şekilde baktığını ve taciz ettiğini görüyoruz. May en sonunda dayanamayıp tepkisini de koyuyor. Bu bölümler bana, “Kusursuzlar” (Yönetmen: Ramin Matin) filminde Yasemin’in (Esra Bezen Bilgin) benzer koşu sahnelerini hatırlattı.
  • Üç kız kardeş arasında sevgi ve nefret ekseninde gidip gelen duygular oldukça iyi bir şekilde işlenmiş. Bu kardeşler bana “Gelinlik Kızlar” (Yönetmen: Atıf Yılmaz) filmindeki üç kız kardeşi hatırlattı.
  • Nadine’nin kendini dine adaması bana “Cennet: İnanç” (Yönetmen: Ulrich Seidl) filmindeki Anna Maria (Maria Hofstätter) karakterini hatırlattı.
  • Babalarını ziyaret eden ve orada yemek yiyen kız kardeşlerin, annelerinin evine döndükten sonra tekrar yemek yemek zorunda kalmaları bana “Neşeli Günler” (Yönetmen: Orhan Aksoy) filmindeki benzer bir sahneyi anımsattı.
  • Kız kardeşlerin odalarında dertleşmeleri, sigara yakıp hayıflanmaları bana “Gülen Gözler” (Yönetmen: Ertem Eğilmez) filmindeki kız kardeşlerin benzer bir sahnesini hatırlattı.
  • Filmde yapılan Ölüdeniz seyahati güzeldi.
  • Annesinin düzenlediği bir ayine giden May’ın vaaz sırasında geçen “İsa sizinle olsun” cümlesinden sonra salondan ayrılırken İsa maketinin peşine takılması hoş bir detaydı.

Öylesine

  • “May’ın Yazgısı”
  • “Çölde May”
  • “May may marry”
  • May için Bülent Ortaçgil’den geliyor “Olmalı mı Olmamalı mı”

İtirazım Var

image

Filmin Künyesi:

İTİRAZIM VAR | LET´S SIN | Yönetmen:  Onur Ünlü  / Oyuncular:  Serkan Keskin (Selman Bulut), Hazal Kaya (Zeynep Bulut), Büşra Pekin (Nebahat Kuzu), Öner Erkan (Gökhan Sevinç), Osman Sonant (Cihan Demir), Serdar Orçin, Umut Kurt, Sırrı Süreyya Önder, Güler Ökten  / Türkiye / 2014 / Renkli / 110´

Sinopsis:

Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013)ile Altın Lale En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanan, ayrıca FIPRESCI jürisince de ödüle layık görülen Onur Ünlü’nün son filmi İtirazım Var bir cinayetin izini dedektif gibi süren bir imamın hikâyesini anlatıyor. Klasik polisiye türünün kurallarına mümkün olduğunca sadık kalan bir film yapmaya çalıştığını söyleyen yönetmen Onur Ünlü, filmin hikâyesini Sırrı Süreyya Önder’le birlikte yazmış. Filmin kahramanı Selman Bulut’un imamı olduğu camide bir cinayet işlenir. İmam, polisin pek de ilgilenmediği bu cinayeti çözmek için kolları sıvar. Ancak yöntemleri de en az kendisi kadar sıra dışıdır. İmam ve çevresindeki diğer kişilerin hepsi bu cinayetle bir şekilde bağlantılıdır. Ortada yıllarca saklanmış sırlar, yalanlar, tefecinin paraları, aç bir köpek ve aşk vardır. Bir de herkesin şüphelisi olduğu şu cinayet…

Artılar

  • Serkan Keskin’in oyunculuğu oldukça başarılı.
  • Filmde kullanılan “İtirazım Var” şarkısı başta olmak üzere diğer tüm şarkı ve türküler başarılı.
  • Filmin başından sonuna kadar sürdürülen SMS’li satranç uygulaması başarılıydı.

Eksiler

  • Filmin finalinde tüm esrarın bir anda anlatılması fikrini pek sevemedim.
  • Selman-Doktor-Nebahat arasındaki diyaloglarda bazı tutarsızlıklar vardı.

Keşif

  • Filmden bir replik: “Hiss-i Kable’l-Vukû. Attım tuttu Cihan.”
  • Filmden bir replik: “Ali Rıza Balboa”
  • Filmden bir replik: “Watson Bu Dünya”
  • İmam Selman Bulut’un İslam Fıkıhı ile ilgili camide ders verir nitelikte haykırdığı cümleler sırasında cemaatten kimsenin olmaması manidar.
  • Onur Ünlü filmlerinde alışık olduğumuz fütursuz/küfürlü diyaloglar yine bol miktarda mevcut.
  • Filmden bir replik: “Eh işte Hegel kadar.”
  • Diyanet’ten gelen yetkililerin teftişi sürerken bir anda Selman’ın karşısına kızı Zeynep ve ev arkadaşı Gökhan’ın çıkması çok hoş bir sahneydi.
  • Filmden bir replik: “Boks, insanı insana döve döve anlatma sanatıdır.” 🙂

Öylesine

  • “Uzak İhtimal”
  • “İhtimalim Var”

Tanrının Oğlu

image

Filmin Künyesi:

TANRININ OĞLU | CHILD OF GOD | Yönetmen:  James Franco  / Oyuncular:  James Franco (Jerry), Scott Haze (Lester Ballard), Tim Blake Nelson (Sheriff Fate) , Jim Parrack (Deputy Cotton)  / ABD / 2013 / Renkli / 104´

Sinopsis:

On parmağında on marifet, James Franco’nun son uzun metrajlı çalışması Tanrının Oğlu, (The Counselor ve No Country for Old Men / İhtiyarlara Yer Yok’un da yazarı olan) Cormac McCarthy’nin bir romanından uyarlanmış. Son derece güçlü ve zeki bir dille sinemaya uyarlanan öykü, 1960’lı yıllarda Amerika’nın Tennessee eyaletindeki dağlık Sevier bölgesinin karanlığını günümüze taşıyor. Sert bir öykü; kahramanı Lester Ballard, mal mülk nedir bilmeyen, düzenin dışına itilmiş, vahşi bir adam. Dünyevi bağları da olmadığından, Ballard, suç batağına ve rezilliğe gitgide daha da saplanıyor; zalim bir intikam peşinde tam bir mağara adamına dönüşüyor.

Artılar

  • Scott Haze’nin oyunculuğu başarılı.

Eksiler

  • Kasabalının her şey olup bittikten sonra Lester Ballard’a ders vermeye kalkışması pek anlaşılır değil.
  • Filmin sinemasal dil anlamında pek bir özgün tarafı yok gibi geldi bana.

Keşif

  • Filmdeki “country” havası bana, yönetmenin “Döşeğimde Ölürken” filmini çağrıştırdı.
  • Ölü sevgilisine hediye almak için kasabaya inen Lester’in aldığı hediyelerde renk tercihini kırmızıdan yana kullanmasını kanı ya da ölümü çağrıştırma olarak okuyabilir miyiz diye düşündüm.
  • Lester Ballard’ın sapık tarafı ve yüzündeki o korkunç, tiksindirici hali bana, arabesk filmler döneminden bir Ferdi Tayfur filmi olan “Utanıyorum” (Yönetmen: Melih Gülgen) filmindeki sapık karakter Naci’yi (Fatih Özses) hatırlattı.

Öylesine

  • “Şiddet Çirkini”
  • “Lester İvedik”
  • “Hanzo”

Bugün Eve Yalnız Dönmek İstiyorum

image

Filmin Künyesi:

BUGÜN EVE YALNIZ DÖNMEK İSTİYORUM | HOJE EU QUERO VOLTAR SOZINHO| THE WAY HE LOOKS | Yönetmen:  Daniel Ribeiro  / Oyuncular:  Ghilherme Lobo (Leonardo), Tess Amorim (Giovana), Fabio Audi (Gabriel), Isabela Guasco (Karina), Victor Filgueiras (Guilherme), Pedro Carvalho, Guga Auricchio, Selma Egrei (Maria), Eucir de Souza (Carlos)  / Brezilya / 2014 / Renkli / 96´

Sinopsis:

Bu yılki Berlin Film Festivali’nin izleyici favorileri arasında yer alan Bugün Eve Yalnız Dönmek İstiyorum, ilk aşkın sarhoş edici etkisi üzerine. Görme engelli Leonardo, sınıflarına yeni gelen Gabriel ile çabucak kaynaşır. Çok geçmedense ona âşık olduğunun farkına varır. Ancak en yakın arkadaşı Giovana da Gabriel’e tutulmuştur. Yönetmen Daniel Ribeiro’nun ilk uzun metrajı, hikâyesi ne kadar sıradan görünürse görünsün, etkileyici bir gençlik filmi. Benzer öyküler anlatan çoğu eşcinsel temalı filme oranla umut dolu olması ise izleyicilerin bu filme âşık olmasındaki en önemli etken.

Artılar

  • Filmdeki tüm oyunculuklar oldukça başarılı ve dengeli. Oyuncu seçimi oldukça başarılı uygulanmış.
  • Liseli öğrenci tiplemeleri genel anlamda başarılı.
  • Senaryonun oldukça incelikli yazıldığını ve aksamadan ilerlediğini düşünüyorum.
  • Diyaloglardaki doğal mizahi yönü başarılı buldum.
  • Filmde kullanılan şarkı tercihlerini başarılı buldum.

Eksiler

  • Çocukları Leonardo’ya oldukça düşkün gözüken anne ve babanın onunla sadece yemek masasında hep birlikte olmaları garip geldi bana. Topluca birkaç etkinlikte daha yer alsalar sanki daha iyi olurdu.

Keşif

  • Filmin sakin ve dingin ilerleyişi bana, daha önce yine bir İstanbul Film Festivali’nde izlediğim başrolünde yine görme engelli bir gencin yer aldığı “Kalbimdeki Işık” (Yönetmen: Rong-ji Chang) filmini hatırlattı. O filmi de bu film gibi beğenmiştim.
  • Leonardo’nun anneannesinin otobüs şoförü eşi ile ilgili anlattığı tanışma hikayesi bana, “Çiçek Abbas” (Yönetmen: Sinan Çetin) filminde Şakir’in (Şener Şen) Nazlı (Pembe Mutlu) için minibüsü içindeki yolcularla bekletmesi sahnesini hatırlattı.
  • Leonardo’nun Giovana’ya “Ay tutulması” örneği üzerinden kendisinin, onun ve Gabriel’in durumunu anlattığı sahne iyiydi.
  • Gabriel’in Leonardo’nun görme engelli olduğunu unuttuğu sahneler hoştu 🙂
  • Filmin sonunda sınıfa yeni biri daha geliyor kıvırcık saçlı. Bakalım Giovana’nın şansı bu sefer yaver gidecek mi 🙂
  • Leonardo’nun temiz yüzü bir anlamda filmin de yüzünü temsil ediyor.

Öylesine

  • Bulunamadı.

Kuyu

image

Filmin Künyesi:

KUYU | THE WELL | Yönetmen:  Metin Erksan  / Oyuncular:  Hayati Hamzaoğlu (Osman), Nil Göncü (Fatma), Demir Karahan (Mehmet), Aliye Rona (Anne), Osman Alyanak (Baba), T. Fikret Uçak  / Türkiye / 1968 / Siyah-Beyaz / 86´

Sinopsis:

Kuyu’da Osman (Hayati Hamzaoğlu), aynı köyde yaşadığı Fatma’ya (Nil Göncü) sevdalı. Fatma’nın bu konuda ne hissettiğinin ise onun gözünde pek bir önemi yok; tek görebildiği, kendi karşı konulmaz arzusu. Fatma’yı kaçırıp dağa kaldıran, bu uğurda hapse girip çıkan Osman’ın “zorla güzellik” uğruna giriştiği üçüncü deneme, genç kızın ölümcül isyanıyla her ikisi için de trajik bir finale ulaşıyor.

Artılar

  • Hayati Hamzaoğlu olağanüstü bir oyunculuk sergilemiş.
  • Senaryoyu çok başarılı buldum.
  • Filmin müzikleri (Abdullah Nail Bayşu , Orhan Gencebay ) de oldukça başarılı.
  • Yakın plan çekimleri başarılı buldum.

Eksiler

  • Bir filmde Osman Alyanak olur da bu kadar az replik yazılır mı onun için 🙂
  • Köyde yaşanan olaylar karşısında muhtar çok pasif kalıyor.

Keşif

  • Final oldukça güzel, sarsıcı ve acıklı bir şekilde kör kuyuda son buluyor. Osman, Fatma’nın elinden hayata veda ediyor. O çok coşku ile savurduğu su içerisinde boğulup gidiyor. Tüm günahları Osman’ın dediği gibi temizlenecek mi bilemiyoruz. Fatma kuyunun üstünü taşlarla örtüyor. Mezar taşı da hazır yani. Ve en son da kendi canına kıyıyor Fatma. Artık ona engel olacak ne iyi ne de kötü bir erkek de yok karşısında.
  • Fatma’yı evlendirmek istedikleri adamın, Fatma’nın düğün günü evden kaçması sonrasında harcadığı paraların derdine düşmesi ve bu minvalde gelişen olaylar filme mizahi bir boyut katmış. Fatma’nın evlendirileceği karakter bana “Salako” (Yönetmen: Atıf Yılmaz) filmindeki “Abuzer Ağa” (Talat Gözbak) karakterini anımsattı.
  • Osman’ın dağa kaçırdığı Fatma’nın başının çevresinde dolandığı sahnede kameranın çekim açısı oldukça güzeldi. Osman dini açıdan etrafına “ışıklar saçarken” Fatma’nın hayrına hiçbir şey dökülmüyor ağzından.
  • Osman Fatma’ya şöyle diyor: “Yarın sabaha kadar düşün ve bana evet de”. Yani Fatma’nın karar vermek şöyle dursun düşünme hakkı bile yok. Ölürcesine tutku Osman’ın gözlerini adeta kör etmiş.
  • Filmin açılış sahnesinde kameranın, Fatma’yı ağacın arkasından gözleyen Osman’ın yüzüne zum yaptığı bölüm oldukça iyi bir uygulamaydı.
  • Azgın derelerde kendi azgınlığını bulan Osman’ı görüyoruz zaman zaman. Osman mı nehri coşturuyor/azdırıyor yoksa nehir mi onu bilemiyoruz.
  • Metin Erksan’ın “Susuz Yaz” filminde eğildiği su konusunu/temasını bu filmde de görmek mümkün.
  • Hem “Susuz Yaz” hem de bu filmde kötü karakterimizin ismi Osman.
  • Filmde Fatma’nın yaşadığı olaylar karşısında annesi oldukça öne çıkarken; babasının çok pasif kaldığını görüyoruz. Filmin çekildiği dönemi de düşünürsek ataerkil düzenin ve erkek egemenliğinin oldukça belirgin olduğu o dönemde bir erkek figürü olarak babanın bu denli pasif kalmasını ve de hiç şiddete başvurmamasını oldukça ilginç ve cesaretli buldum.
  • Fatma’yı ölümden döndüren ve ona umut aşılayan karakterin idamlık bir kaçak olması ilginçti.
  • Metin Erksan’ın “Susuz Yaz” filminde olduğu gibi bu filmde de köy yerindeki cinsel arzulara/fantezilere getirdiği  cesur yorumları görüyoruz. Bir sahnede Osman’ı Fatma’yı ağaca bağlayıp soyunuk halde arzularını kamçılarken görüyoruz. Başka bir sahnede ise kayalıkların içerisinde soyunuk olan Fatma idamlık Mehmet ile belki de son arzularını yerine getirirlerken görüyoruz.
  • Mehmet ile Fatma’nın halvet olduğu sırada kameranın bize içinden su akan beton bir açıklığı göstermesi manidar.
  • Filmden bir replik: “Mekansız kurt olduk”
  • Filmden bir replik: “Yarına kadar düşün ve evet de”
  • Fatma sevildiği Osman için yaşayan bir ölü iken; sevdiği Mehmet ise  onun için yaşayan bir ölü.
  • Fatma’nın annesinin fütursuzca diyebileceğimiz öfkesini kustuğu diyaloglar oldukça iyiydi. Gerçi monolog da diyebiliriz çünkü karşı taraftan hiç cevap almıyordu 🙂
  • Derenin iki kenarında paralel bir şekilde yürüyen Fatma ve annesi ile Osman’ın annesinin kamera ile uzaktan çekildiği sahne iyiydi.

Öylesine

  • Filmin sonlarına doğru misafir olduğumuz oturak alemindeki kadınlar da bayağı oturaklıydı hani 🙂
  • “Fatma’nın Suçu Ne”
  • “Gramofon Fatma”
  • “Kuyudaki Yalnızlık”
  • “Kuyunun Ardı”
  • Fatma ne yapıp edip Osman’ın suyuna gitmiyor.
  • Fatma ve Osman’ın köyünde dağlar kıyıya değil kuyuya paralel 🙂

Hawaii

image

Filmin Künyesi:

HAWAİİ | | HAWAII | Yönetmen:  Marco Berger  / Oyuncular:  Manuel Vignau (Eugenio), Mateo Chiarino (Martín), Luz Palazon (Senora), Manuel Martinez Sobrado (Eugenio’nun kardeşi), Antonio De Michelis (Komşu)  / Arjantin / 2013 / Renkli / 102´

Sinopsis:

Plan B ve Ausente ile uluslararası festivallerde ses getiren Marco Berger’in yeni filmi Hawaii’de cinsel tansiyon inanılmaz yüksek! Eugenio yazlık evinde yeni romanını yazmaya çalışmaktadır. Bir gün iş aramak için kapısına gelen genç, çocukluk arkadaşı Martín çıkar. Martín önce gündelik işlere yardım etmeye başlar, birkaç gün sonra da Eugenio’nun yanına taşınır. İki erkek bir yandan kaçamak şekilde diğerini gözler, diğer yandan gelecek tepkiyi kestiremediğinden aklından geçeni dile getiremez. Berger, ses ve görüntüleri ustalıkla kullanarak bu mütevazı öyküden son derece erotik ve tutku dolu bir film çıkartmış.

Artılar

  • Mateo Chiarino’nun oyunculuğu başarılıydı.

Eksiler

  • Filmi genel anlamda beğenmedim ve başarısız buldum.
  • Senaryo doğaldı ama heyecansız ve etkisizdi.
  • Yönetmen açısından belki kilit bir nokta olabilir ama Martin ve Eugenio arasındaki sürekli elektriklenmenin enerjiye dönüşememesi bence filmin zayıf halkası.

Keşif

  • “Mavi En Sıcak Renktir” (Yönetmen: Abdellatif Kechiche) filmindeki aşk nasıl hızlı ve tüm heyecanıyla ilerliyorsa; bu filmde tam tersi aşk yavaş ve heyecansız ilerliyor.
  • Filmi izlerken bir bölümde “Issız Adam” (Yönetmen: Çağan Irmak) filmindeki meşhur sahnelerden biri aklıma geldi. Bahsettiğim sahneyi bu filme şöyle uyarlarsak 🙂
    Martin: “Sen şehre gittikten sonra yatağına uzandım, kıyafetlerini kokladım. Kokun hala üzerindeydi.”
    Eugenio: “Aslında şehirde senin eski evini buldum. Oradaki eşyalarını alıp sana getirdim.”

Öylesine

  • “İki çıplak bir kulübeye yakışır”
  • “Ya gaydiğin gibi görün, ya da göründüğün gibi gay”
  • “Bir kıvılcım yeter bazen”